ONLİNE ÖDEME YAPMAK İÇİN TIKLAYIN

Yargıtay Kararları Işığında Kasten öldürme ve Kasten yaralama Suçları Arasındaki Farklar

Yargıtay Kararları Işığında Kasten öldürme ve Kasten yaralama Suçları Arasındaki Farklar 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2008/77 E. 2008/165 K.

Kasten yaralama sonucu insan öldürme suçundan sanık Mustafa İşçimen'in 5237 sayılı TCY'nın 86/3 maddesi aracılığıyla 87/4, 29/1, 31/3 ve 62/1 maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, suçta kullanılan bıçağın aynı Yasanın 54/1 maddesi uyarınca zoralımına ilişkin olarak Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 20.12.2005 gün ve 237-223 sayılı hüküm sanık müdafii ile katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 31.05.2007 gün ve 4967-4342 sayı ile;

"Maktulün, olay günü sanıkla tartıştığı, onu kovalayıp dövmesi üzerine, sanığın hamili bulunduğu bıçağı maktulün sol midklavikuler hattın 5. kaburga aralığı ile kesiştiği noktadan göğüs boşluğu soluna girerek perikardı ve kalbin apeks bölümünü ventrikül iştirakli olmayacak şekilde bıçağı şiddetlice vurması sonucu çocuk olan maktulü öldürdüğü, darbenin kalp gibi yaşamsal bölgeye yöneltildiği, maktulün sanığın elinden bıçağı alarak eylemini sürdürmesini engellediği olayda, sanığın öldürme kastı ile hareket ettiğinin kabulü ile 5237 sayılı Yasanın 82/1-e, 29, 31/3 ve 62. maddelerinden hüküm tesisi gerekirken yazılı şekilde suç vasfının belirlenmesinde hata edilmesi" isabetsizliğinden oyçokluğu ile bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 09.07.2007 gün ve 111-173 sayı ile;

"……….maktulün sanığa nazaran iri yapılı, 1.80 boyunda, 70 kg ağırlığında ve daha kuvvetli olduğu, maktulün elindeki bıçakla geri geri giden ve "üzerime gelme" diyen sanığın çenesinden tutarak kafasını iki işyeri arasındaki demire sıkıştırarak sanığı dövdüğü sırada sanığın elinde bulunan bıçağı bir kez rastgele sallayarak maktulün sol meme başı altına vurduğu, maktul tarafından elinden bıçak alınıp 5-6 metre atıldıktan sonra maktule yönelik başkaca bir saldırıda bulunmadan sanığın olay yerinden kaçtığı, maktulün kesici delici alet yaralanmasına bağlı kalp yaralanması ve kanama sonucu kaldırıldığı hastanede öldüğü, meydana gelen yaranın tek başına öldürücü nitelikte olduğu, sanığın maktul tarafından çenesinden tutularak kafası iki işyeri arasındaki demire vurulmak suretiyle dövülürken rastgele bir el bıçak salladığı, bulunduğu bu pozisyon itibarıyla hedef seçme imkanı bulunduğunun belirlenemediği, sanığın olay öncesinde maktulü tanımadığı, bu sebeple aralarında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmadığı; darbenin tek olması, sanığın hedef seçme imkanına sahip olduğunun belirlenememesi, elinden bıçak alınıp atıldıktan sonra imkanı varken saldırısına devam etmeyip kaçması birlikte değerlendirildiğinde, sanığın öldürme kastıyla değil yaralama kastıyla hareket ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunduğu, sanığın silahtan sayılan bıçakla kasten yaralama sonucu insan öldürmek suçunu işlediği kanaatine varıldığı" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "hükmün bozulması" görüşünü içeren 24.03.2008 gün ve 243742 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın kasten etkili eylem sonucu insan öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire çoğunluk görüşü ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, suçun niteliğine ilişkindir.

İncelenen olayda;

Suç tarihinde 16 yaşında olan sanık Mustafa İşçimen'in arkadaşı tanık Alper'in kullandığı bisikletin arkasında, diğer tanık Mehmet Gültekin'in de başka bir bisikletle Akhisar ilçe merkezindeki Tahir Ün Caddesinden istasyona doğru giderlerken karşı yönden motosikletiyle gelen Nuri Özfidan'la karşılaştıkları, öldürülen Nuri'nin yanlarından geçtiği sırada "ne bakıyorsunuz" diye seslenip geri döndüğü ve "ne bakıyorsunuz lan, adam mısınız" diyerek tanık Alper'e vurmak için hamle yaptığı, ne olduğunu anlamaya çalışan ve bisikletten inen sanığın üzerine giderek tekme attığı, cadde üzerinde bir süre kovaladığı, sanığın bir ara cebindeki bıçağı çıkardığı, üzerine gelmesini engellemek için sanığa doğru tuttuğu ve "üzerime gelme" dediği, ancak öldürülen Nuri'nin tekrar saldırması nedeniyle karşı kaldırıma doğru kaçtığı, öldürülenin peşinden koşup sanığı yakaladığı, çenesinden tutarak kafasını oradaki işyerlerinin önünde bulunan demire sıkıştırarak dövmeye başladığı, sanığın da bu sırada sağ elinde bulunan bıçağı rastgele savurduğu, bıçağın öldürülenin sol göğüs alt bölümüne isabet ettiği, öldürülen Nuri'nin darbeye rağmen sanığın kolunu kıvırarak elindeki bıçağı alıp attığı, öldürülenin elinden kurtulan sanığın olay yerinden kaçtığı, Nuri'nin yaralı durumda iken sanığın peşinden gitmeye çalıştığı, bir süre sonra takatsiz kalıp dizlerinin üzerine çöktüğü, kalp yaralanması ve kanama sonucu olay yerinde öldüğü sanığın ikrarı, tanık anlatımları, doktor ve otopsi raporları ile dosyada mevcut diğer kanıtlardan anlaşılmaktadır.

Etkili eylem sonucu insan öldürme suçu, başka deyişle neticesi sebebiyle ağırlaşmış etkili eylem suçu ile kasten insan öldürme suçu arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayanır. Birinci durumda sadece daha hafif sonuç (darp ve yaralama) istenilmiş olup daha ağır sonuç (ölüm) istenilmiş değildir. Fakat bu sonuncu durum yine de failin hareketinden doğrudan doğruya doğmuş bulunmaktadır. Fail daha ağır sonucun gerçekleşmesini istediği takdirde, kasten insan öldürme suçunun oluştuğu kabul edilir.

Sonuçlarını bilerek ve isteyerek fiili işleme iradesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir. Öldürme kastının varlığı ise;

a) Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,

b) Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı,

c) Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,

d) Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı,

e) Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği,

f) Olay sonrası mağdura yönelik davranışları, başka bir anlatımla olayın kendine özgü tüm özellikleri dikkate alınarak saptanmalıdır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; uyarısına ve tanık Alper'in araya girmesine rağmen saldırısını sürdüren öldürülene karşı kavganın hareketli ortamında hedef gözetmeksizin bıçak salladığı ve tek darbe ile yetindiği, öldürme kastını ortaya koyacak başkaca davranışı bulunmadığı, öldürülen ile arasında husumet mevcut olmadığı saptanan sanığın olayda yaralama kastı ile hareket ettiği anlaşıldığından, Yerel Mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Kurul Üyeleri ise; "sanığın hedef gözeterek bıçağı tevcih ettiğini, ayrıca elindeki bıçağın öldürülen tarafından zorla alındığını, dolayısıyla eylemini sürdürmesine engel sebep bulunduğunu, bu durumda sanığın olayda öldürme kastıyla hareket ettiğinin kabulü gerektiğini" belirterek Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulması yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

1-Yerel Mahkeme direnme hükmünün ONANMASINA,

2-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 10.06.2008 günü oyçokluğu ile karar verildi.

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/95 E. 2011/163 K.

-YARGITAY KARARI-

Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan sanık Anıl Caner'in TCY'nın 81/1, 35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 02.06.2008 gün ve 170-188 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 08.02.2010 gün ve 10803-630 sayı ile;

"1- 02.06.2008 tarihli celsede Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirmesinden sonra esas hakkındaki savunmasını hazırlayabilmek için süre talep eden sanık müdafii Av. Abdullah Gürbüz'ün talebi dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK'nun 147, 216, 289. maddeleri ile 1982 Anayasasının 90. maddesinde dayanağını bulan 19.03.1954 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkı başlıklı 6/3-b maddesinin 'müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak' hükmü uyarınca kendisine makul bir süre tanınması gerekirken, hükmün hemen tefhimi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

2- Yabancı uyruklu olan mağdur Bourak'ın doğum tarihinin gerekçeli karar başlığında 1989, kolluk ifadesinde 28.10.1989 ve mahkemedeki beyanı sırasında 1985 olarak gösterildiği anlaşılmakla, mağdurun suç tarihi itibariyle çocuk sayılıp sayılamayacağı ve buna dayalı olarak 5237 sayılı TCK'nun 6 ve 82/1-e maddelerinin değerlendirilmesi bakımından pasaportundan veya bağlı olduğu ülkenin konsolosluğundan gerçek doğum tarihinin tespit edilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

3-Mağdur Bourak'la ile ilgili hasta müşahade ve tedavi belgelerinin, röntgen ve grafilerin eklenmesi suretiyle mağdurdaki yara adedi ve her bir yara ayrı değerlendirilmek suretiyle bu yaraların kaç tanesinin yaşamsal tehlike doğurduğu, göğüs ve batın boşluğuna nafiz olup olmadığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmek üzere Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alındıktan sonra, sanığın eyleminin nitelendirilmesi gerekirken eksik soruşturmayla hüküm kurulması" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince 1 ve 2 nolu bozma nedenlerine uyulmuş, 3 nolu bozma nedenine ise 28.07.2010 gün ve 154-288 sayı ile;

"Her ne kadar Yargıtay 1. C.D'nin bozma ilamının 3. bendinde mağdurla ilgili tedavi evraklarının getirtilip adli tıp ihtisas kurulundan rapor alınması doğrultusunda bozma kararı verilmiş ise de; mahkememizce dosyada mevcut şikayetçi ile ilgili Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi acil servisince düzenlenen geçici rapor ile adli tıp uzmanı Dr. Zafer Karadeniz tarafından düzenlenen 11.04.2008 tarihli bilirkişi raporu içeriğine, bilirkişi raporunun ayrıntılı oluşu, sanığın eylemi nedeni ile şikayetçi Bourak Mümin'in yaralarının adedi, genel cerrahi tarafından operasyona alındığı kesici delici alet yaralanmalarının kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu, yaralanmanın kişinin üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, dinlenen tanık beyanları, şikayetçinin beyanı, ve bilirkişi raporu göz önüne alındığında sanığın öldürmek kastı ile hareket ettiğini gösterdiği anlaşılmış bu yöndeki bozmaya mahkememizce uyulmamış ve adli tıp ihtisas kurulundan rapor alınmasına gerek görülmemiştir" gerekçesiyle direnilerek önceki hüküm gibi karar verilmiştir.

Hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 06.04.2011 gün ve 28621 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanık Anıl Caner'in kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, suç niteliğinin belirlenmesi amacıyla mağdurdaki yaraların ayrı ayrı yaşamsal tehlike oluşturup oluşturmadığının tespiti için Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden rapor alınmasının gerekip gerekmediği ve buna bağlı olarak da hükmün eksik araştırmaya dayalı olarak verilip verilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Olay günü Lale Kıraathanesi önünde sanık Anıl Caner ile tanıklar Semih Karakuş, İbrahim Olcay Demir ve Semih Çakmataş'ın sohbet ettikleri sırada şikayetçinin olay yerine geldiği, sanığın şikayetçiden gezmek için motosikletini istediği, şikayetçinin bu isteği kabul etmemesi üzerine sanığın şikayetçiye; "kafan motorun lastiği gibi" dediği, bu söz üzerine çıkan tartışmada sanığın önce şikayetçiye yumrukla vurduğu, şikayetçinin de sanığa yumrukla karşılık verdiği, devam eden kavga sırasında sanığın cebinden çıkardığı bıçakla şikayetçiye vurarak yaşamsal tehlike oluşturacak şekilde yaraladığı,

Suçta kullanılan kesici ve delici aletin aşamalarda ele geçirilemediği,

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisinde düzenlenen 18.03.2008 tarihli geçici raporda; "sol 5. interkostal aralık ile ön aksiler hattın kesişim bölgesinde yaklaşık 3 cm'lik kenarları düzgün yara, sağ parasternal hat seviyesinde strenum alt kısmında 2-3 cm'lik dudakları düzgün yara, sol midklaviküler hat ile 8-9 kosta kesiştiği bölgede yaklaşık 2 cm'lik dudakları düzgün yara, sol ön kol distal 1/3 lateral kısımda 3 cm'lik cilt, ciltaltı yarası, sol pelvis crista iliacaların alt lateral dış kısmında 2 cm'lik dudakları düzgün yara saptandığı, hayati tehlikesi olduğu, genel cerrahi tarafından operasyona alındığı",

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Servisinin 19.03.2008 tarihli operasyon raporunda; "orta hattın 2 cm. sağında msefoid seviyesinde 3 cm. uzunluğunda düzgün kenarlı kesici delici alet giriş yeri saptandığı, buradan yapılan lokal eksplarasyonda falsiform ligaman bağlantısına doğru defekt görüldüğü, bu giriş deliğinin 5 cm. orta hattın solunda aynı trasvers seviyede yaklaşık 2 cm. uzunluğunda düzgün kenarlı 2. bir giriş deliği tespit edildiği, batına nafiz yaralanma olduğunun saptandığı, ayrıca solda 5-6 kostalar arasında orta aksiler hattı 2 cm. çapında düzgün kenarlı kesici alet giriş yeri mevcut olduğu, batın içinde serbest sıvı, kan ve içerik gözlenmediği, batın içi organlardan ve vasküler yapılardan aktif kanama ekstravazasyon gözlenmediği, soldaki kesici alet giriş yerinin batın içi yüzünden sızıntı şeklinde kanama mevcut olduğu, falsiform ligamanın batın ön duvarına tutunma yeri çevresinde lokal hematom gözlendiği, karaciğer sol lop üst ön yüzde 1-2 cm'lik kapsül penatrasyonu ve buradan minimal hemoraji gözlendiği, diğer karaciğer bölgelerinde safra kesesinde, hilusta patoloji saptanmadığı, mideye hava verildiğinde herhangi bir lezyon saptanmadığı ve ameliyata son verildiği",

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Servisinin 20.03.2008 tarihli Epikriz yazısında; "göğüs orta ve alt kısmında, karın, el ve kalçadan aldığı bıçak darbeleri nedeniyle ileri tetkik ve tedavi amacıyla yatırıldığı, 19.03.2008 tarihinde laparoskobik eksplerasyon ile karaciğere hemostaz uygulandığı, yoğun bakımda izlemeye alındığı, vital bulguların stabilleşmesi sonucu servise alındığı ve 21.03.2008 tarihinde taburcu edildiği" tespitlerinin yapıldığı,

Soruşturma aşamasında Adli Tıp Uzmanı Dr. Zafer Karadeniz tarafından düzenlenen 11.04.2008 tarihli bilirkişi raporunda; "mağdur adına düzenlenen rapor, ameliyat notu ve epikrizde tarif edilen kesici delici alet yaralanmalarının, kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı" görüşünün bildirildiği,

Anlaşılmaktadır.

Şikayetçi aşamalarda özetle; "olay tarihinde kendime ait motosiklet ile mahallede tur atıyordum. Arkadaşlarımın Lale kıraathanesinin önünde oturduklarını görünce onların yanına gittim. Sohbete katıldım. Sohbet sırasında sanık benden motorumu istedi. Ben de vermedim. Bunun üzerine bana laf atmaya başladı. 'Bu motorun lastiği senin kafandan büyük' dedi. Bunun üzerine aramızda tartışma başladı. Tartışma kavgaya dönüştü. Önce bana yumrukla vurdu. Ben de ona yumrukla karşılık verince sanık iki büklüm şeklinde eğilerek cebinden bıçak çıkardı. Bıçağı karın bölgelerime rastgele saplamaya başladı. Ben arkadaşlarımdan yardım istedim. Arkadaşlarım sanığı tutmaya çalıştılar. Fakat sanık 6. bıçak darbesi sonrası darbelerine ara verip kaçtı",

Tanık Semih Karakuş mahkemede; "Lale Kıraathanesi önünde sanık Anıl, İbrahim, Olcay ve Semih Çakmataş ile birlikte sohbet ediyorduk. Daha sonra şikayetçi Bourak motosikleti ile geldi. O da sohbete katıldı. Sanık Anıl, şikayetçi Bourak'tan kullanmak için motorunu istedi. Şikayetçi vermedi. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra sanık şikayetçiye 'senin motorunun lastikleri de kafan gibi' dedi. Bunun üzerine tartışmaya başladılar. Karşılıklı yumruklaştılar. Ayırdık. Ayırdıktan sonra şikayetçinin yaralanmış olduğunu gördük. Ben sanığın elinde bıçak görmedim",

Soruşturma aşamasında karakolda alınan beyanında ise; "kavgayı aralamak istediğimizde sanık Anıl elinde bulunan çakı bıçağını Bourak'a sallayarak 3-4 defa vücudunun değişik yerlerine sokup çıkardığını gördüm", Tanık İbrahim Olcay Demir olayı benzer şekilde anlattıktan sonra; "kavga sırasında Bourak yere düştü. Ben yerden kaldırdığımda vücudunu kan içinde görünce bıçaklanmış olduğunu anladım. Olay sırasında sanığın elinde bıçak görmedim",

Tanık Semih Çakmataş ise diğer tanıklarla uyumlu olacak şekilde mahkemede; "olay sırasında sanığın cebinden bıçak çıkardığını ve şikayetçiye vurduğunu gördüm, ancak kaç bıçak darbesi vurduğunu bilmiyorum" şeklinde anlatımlarda bulunmuşlardır.

Sanık aşamalarda özetle; "olay günü Lale Kıraathanesinin önünde oturup sohbet ediyorduk. Şikayetçiye 'senin kafan motor lastiği gibi' diyerek sataşmaya başladım. Bu yüzden aramızda tartışma çıktı. Şikayetçinin arkadaşları onun yanında yer alıp benim üzerime gelince kendimi savunmasız hissettim. Cebimdeki bıçağı çıkarttım. Kaçıp kurtulmak için sağa sola sallamaya başladım. Kurtulduktan sonra bıçağı atıp, kaçtım. Şikayetçiyi ben yaraladım, öldürme kastım yoktur" şeklinde savunmada bulunmuştur.

TCY'nın 21/1. maddesine göre suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.

İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.07.2003 gün ve 196-212; 30.09.2003 gün ve 226-229; 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; suç nedeni, kullanılan aletin cinsi, kullanılış şekli, isabet alınan bölge, darbe adedi ve şiddeti, failin suçtan önceki ve sonraki davranışları, aradaki husumet, hedef seçme olanağının bulunup bulunmadığı, mağdurdaki yaraların yerleri ve nitelikleri, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmaktadır.

Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Hükme esas alınan ve dosya içerisinde bulunan geçici rapor, ameliyat notu ve epikrize dayalı olarak Adli Tıp Uzmanı Dr. Zafer Karadeniz tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda tıbbi belgelerdeki veriler sıralandıktan sonra meydana gelen olay nedeniyle şikayetçinin yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralandığının belirtildiği, ancak şikayetçide kaç kesici-delici alet yarası olduğu, bunlardan kaçının göğüse ve batına nafiz olduğu ile her bir yaranın şikayetçide yaşamsal tehlike oluşturup oluşturmadığının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirtilmediği anlaşılmaktadır.

Sanığın eyleminin kasten yaralama suçuna mı yoksa kasten öldürmeye teşebbüs suçuna mı uyduğu konusunda doğru nitelendirme yapılabilmesi için olay nedeniyle şikayetçide oluşan yaraların sayısı, yeri ve her birinin yaşamsal tehlike oluşturup oluşturmadığının ayrıntılı ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle eksik araştırmaya dayalı yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına yerel mahkemece bozmaya uyulan nedenler yönünden bu aşamada Özel Dairece inceleme yapılması gerekmediğinden dosyanın mahalline gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.07.2010 gün ve 154-288 sayılı direnme kararının BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.07.2011 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/209 E. 2010/29 K.

Kasten öldürme suçundan sanık Asuman D.'ın TCY'nın 82/1-d, 29 ve 62/1. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince oyçokluğuyla verilen 08.02.2007 gün ve 363-32 sayılı re'sen temyize tabi olan hüküm, katılanlar vekili ve sanık müdafii tarafından da temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 24.02.2009 gün ve 8965-869 sayı ile;

"Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde takdire ve tahrike ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle kısmen kabul kısmen reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma sebebi dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin sair temyiz itirazları ile katılan vekilinin haksız tahrik hükmünün uygulanmasının yersizliğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

1-) Oluşa ve dosya içeriğine göre; maktul ile resmi nikahlı eşi sanığın 30/08/2006 günü tartışmaları sırasında, aksi sabit olmayan sanık savunmasına göre, maktulün sanığa küfretmesi ve sanığın da karşılık vermesi üzerine, maktulün mutfağa giden sanığın peşinden giderek ona yumrukla vurduğu, sanığın ise mutfaktan ele geçirdiği bıçakla maktulün sağ uyluk ön iç bölümüne bir kez vurarak yaraladığı ve engel bir neden bulunmadığı halde eylemini sürdürmediği, maktulün olayın başkalarına haber verilmesini istemediği halde, sanığın başlangıçta kanamayı durdurmaya çalıştığı ve daha sonra komşularından yardım istediği, olay yerine güvenlik güçlerinin gelmesi üzerine maktulün hastaneye kaldırıldığı, ancak kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar (arteria ve vena femoralis) kesilmesine bağlı dış kanama sonucu hemorojik şok ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar (bronkopnömoni) sonucu 06/09/2006 tarihinde hayatını kaybettiği olayda;

Yaralama bölgesi, yara sayısı, olay öncesine dayalı aralarında öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunmaması, engel bir neden bulunmadığı halde sanığın fiiline kendiliğinden son vermesi ve olaydan sonraki davranışları dikkate alındığında, sanığın ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu ve eyleminin kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, bu suçtan cezalandırılması yerine yazılı şekilde kasten eşini öldürme suçundan hüküm kurulması,

2-) Hükmün esasını oluşturan kısa kararın yer aldığı duruşma tutanağında, CMK. nun 224/2. maddesine aykırı olarak karşı oy gerekçesinin yazılmaması" isabetsizliklerinden bozulmuştur.

Yerel mahkeme ise 09.06.2009 gün ve 180-215 sayı ile;

" Maktul ile sanık karı koca olup olay günü aralarında tartışma çıktığı, maktulün sanığa küfür ettiği, ısrarla küfür etmeye devam etmesi neticesinde sanığın da maktule küfürle karşılık verdiği, bir ara ortalığın yatışması üzerine sanığın mutfağa gittiği, mutfakta bir eli lavaboda diğer elinde de olayda kullanılan bıçak olduğu halde maktulün arkadan gelip sanığı yumruklaması sonucunda sanığın maktulü elindeki bıçakla yaraladığı, yaralaması sonucunda otopsi raporunda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere büyük damar kesilmesine bağlı dış kanama sonucu hemerojik şok ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü, bu şekilde sanığın kocası maktul Ali Daştan'ı öldürdüğü vicdani kanaate varıldığından sanığın cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.

01.09.2006 tarih B-2631 sayılı maktule ait ilk muayenesinde verilen Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporunda açıkça belirtildiği üzere maktulde sağ uyluk ön iç bölümünde 3x2 cm'lik ve yaklaşık 15 cm derinliğinde kesici alet yarası olduğu belirtildiğinden bu şekildeki yaralama kaza ile meydana getirilebilecek ya da yaralama kastı ile meydana getirilebilecek bir yaralama değildir. Yaranın derinliği bunu açıkça göstermektedir..." gerekçesiyle önceki hükümde oyçokluğuyla direnmiştir.

Resen temyize tabi olan bu hükmün de sanık müdafii ve o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" istekli 29.09.2009 gün ve 204450 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Kasten öldürme suçundan sanık Asuman D.'ın TCY'nın 82/1-d, 29 ve 62/1. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; maktulün sağ bacak uyluk ön iç bölümünden aldığı bir bıçak darbesi sonucunda öldüğü olayda, maktulün eşi olan sanığın öldürme kastıyla mı yoksa yaralama kastıyla mı hareket ettiğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden:

Adli Tıp Kurumu Ankara Şube Müdürlüğünün 01.09.2006 tarih B-2631 sayılı raporunda; maktulde meydana gelen yaranın sağ uyluk ön iç bölümünde 3x2 cm ebatlarında ve yaklaşık 15 cm derinlikte kesici alet yarası olup, hayati tehlikeye neden olduğunun belirtildiği,

07.12.2006 gün ve 509 nolu otopsi raporunda; maktulün ölümünün kesici delici alet yaralanmasıyla oluşan büyük damar kesilmesine bağlı dış kanamayla hemorojik şok ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, sağ uyluk iç kısmındaki yaralanmanın arteria ve vena femoralis yaralanmasına neden olduğu ve bu yaralanmanın tek başına öldürücü mahiyette bulunduğu,

Ankara Kriminal Polis Laboratuarının Ekspertiz raporunda, olayda kullanılan bıçağın tahta saplı, namlu uzunluğu 13 cm, sırtı künt, tek ağızlı sivri uçlu olduğunun belirtildiği,

Sanığın alınan 30.08.2006 günlü adli raporuna göre; sağ kol ve ön kolda basit tıbbı müdahale ile giderilebilecek ekimotik sıyrıklar bulunduğu,

Ankara 10. Aile Mahkemesinin 2006/500 esas sayılı dava dosyasının fotokopilerinden, maktul Ali Daştan'ın sanık aleyhine boşanma davası açmış olduğu ancak takip edilmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği,

Anlaşılmaktadır.

Tanık Fatma Cam C. Savcılığında; "30 Ağustos 2006 tarihinde evimde oturmakta iken apartman boşluğunda daha doğrusu apartman içinden gürültüler geldi. Ne olduğunu merak edip, merdivenlere çıkıp, bir kat aşağıya indim. 1 numarada oturan komşumuzun dizlerine vurarak, bağırdığını duydum. 'Gel gel, çabuk ol' diye bağırdığını duydum. İki nolu dairenin kapısı açıktı, içeriye girdim, mutfağın kapısında erkek bir şahsın baygın vaziyette yattığını gördüm. Şahsın eşi 'abla kocamı kurtarın, ne olur' diye bağırıyordu. Komşumuz olan Nuray'da evde idi. O hemen aşağıya inerek, yan apartmanda bulunan dolmuşçuların oturduğu lokale koştu. Yanında bir kaç erkekle birlikte geldi. Gelen erkekler yaralının bacağı kanamasın diye kemerle tampon uyguladılar. Daha sonra olay yerine ambulans geldi. Şahsı battaniyeye sararak götürdüler. Ben eve geldiğimde olay yerinde kanlı havlular vardı. Olay yerinde çok kan vardı. Şahsın yarası kanamaya devam ediyordu. Asuman denilen şahıs panik halindeydi. Ne konuştuğu anlaşılamıyordu. Hatta Nuray arkadaşımız Asuman'a bir iki tokat attı. Daha sonra Asuman'ın kız kardeşinden öğrendiğim kadarıyla olayın gerçekleştiği ilk anda yaralanan Ali isimli şahıs Asuman'a 'kimseyi çağırma biz hallederiz' demiş. Ancak kanı durduramayınca yardım istemek zorunda kalmışlar. Ben gürültülerden şahısların bir kaç kez kavga ettiklerini, daha önceden duydum" demiş, duruşmada da aynı mahiyette beyanda bulunmuştur.

Tanık Nuray Yüksel C. Savcılığında; "30 Ağustos 2006 tarihinde apartman merdivenlerinden inerken bir kat aşağıda bir bayanın evinden çıkarak, yan komşusunun kapısını vururken gördüm. Bayan telaş içerisindeydi 'abla yardım edin' diye bağırıyordu. Yan komşusu ile birlikte bayanın evine girdik. Eve girdiğimizde mutfakta bir erkeğin sırtüstü yerde yattığını gördüm. Şahsın sağ bacağından yaralandığını ve bacağının kanamakta olduğunu gördüm. Yerde de yoğun şekilde kan vardı. Bayana ne olduğunu sordum. Bana 'kendine bir şey yapmış' dedi, ağlıyordu. Kendisine gelmesi için bir iki tokat vurdum. 'ne yaptınız' deyince 'ben bir şey yapmadım abla' dedi. Ben hemen yan apartmanın altında bulunan dolmuşçular lokaline gittim. Oradan yardım istedim. Ambulans çağırmalarını istedim. Oradan bir kaç kişi ile tekrar eve geldim. Yanımda gelen erkek şahıslar yaralının bacağı kanamasın diye kemerle kanı durdurmak için tampon uyguladılar. Daha sonra olay yerine yine apartman komşumuz olan Fatma Cam geldi. Ben olay yerindeki diğer şahısları tanımıyorum. Daha sonra olay yerine gelen ambulansla şahsı götürdüler. Ben kocasını yaraladığını sonradan öğrendiğim şahsın olaydan sonra hemen mi, yoksa bir süre geçtikten sonra mı yardım istediğini bilemem" demiş, duruşmada da aynı mahiyette beyanda bulunmuştur.

Sanık olaydan hemen sonra verdiği ifadesinde; "tartışmaya başladık aramızda kavga çıktı, bir an panikledim, mutfakta elime geçirdiğim bıçağı üzerime gelme diye salladım, beni tahrik etmeye başladı, ben de bıçağı neresine vurduğumu bilmiyorum", şeklindeki beyanını yine aynı gün sorguda hakim huzurunda da kabul etmiş ve ilave olarak, "kavgamız şakayla başladı sonra sinkaflı küfürler etti, mutfağa gittim arkamdan geldi, sırtıma vurdu ben de bir anda bıçağı gördüm ve bana saldırmaya çalıştı, sırtım dönükken kendimi saldırılardan koruma amaçlı eşimi görmeden bıçağı salladım, yaralandı" şeklinde beyanda bulunmuştur. Yargılama aşamasında ise; "Öncelikle bu olayda maktul eşimi kaybettiğim için üzgünüm. Maktul eşim ve ben olay günü resmi tatil nedeniyle evdeydik. Ben kahvaltı hazırlamaya başladım. Eşimde ekmek almaya gitti. Ekmek alıp döndükten sonra salona girdi. Ben kahvaltıyı salona hazırlamıştım. Sinirli bir hali vardı. Bende bu halini görünce 'Ali ne oldu' diye sordum. Fakat cevaben bana küfür etmeye başladı. Neden küfür ettiğini anlayamadım, dışarıdaki bir şeye sinirlenmiş olabileceğini düşündüm. Tekrar sordum. Küfürlerine halen devam etmekteydi. Bu küfürleri beni hedef alarak yapmaktaydı. Bunun üzerine bende küfürlerine karşılık verdim. Maktul eşim bu defa sofranın üzerindeki çaydanlığı aldı, üzerindeki çay olan demlikle alttaki içinde sıcak su bulunan çaydanlığı iki ayrı eline aldı. Bunları 'senin üzerine dökerim' diye tehdit etti. Ben karşılık olarak 'yapma ne olur' diye yalvardım. Bunun üzerine demlik ve çaydanlığı bıraktı, fakat bu defa da sofradaki çatalı aldı üzerime yürüdü. Çatalı bana çekerek 'sana batırır, öldürürüm' şeklinde tehdit etti. Bundan sonra çatalı da bıraktı. Elini yumruk yaparak bana vurup dövmeye başladı. Kolumu sıktı, omuzlarıma vurdu, her tarafıma vurmaya başladı. Bir süre sonra vurmaktan vazgeçti. Ortalık sakinleşti. Geçmişte aramızda benzer olaylar geçiyordu ancak kısa süre sonra sinirlerimiz yatışıyordu ve tekrar gülmeye ve şakalaşmaya başlardık. Aynı düşünceye kapıldım, mutfağa gittim. Lavabonun üzerinde bulunan ekmek bıçağını aldım, tam bu esnada arkadan maktul eşim Ali geldi, bıçak sağ elimdeydi. Diğer elimle lavaboyu tutmaktaydım. Tam bu esnada maktul eşim sırtıma yumrukla vurmaya başladı ve devam etti. Bıçağın sapı sağ elimdeydi. Ben de Ali'ye göre arkaya dönük olduğum için bıçağın namlu ve uç kısmı maktul eşim tarafına dönüktü, bıçağın nasıl girdiğini bilmiyorum. Ben maktulun sırtıma yumrukla vurması esnasında yapma etme şeklinde sözler söylerken, elimdeki bıçak ona dokunmuş ve girmiş, ben kendi irademle isteyerek ve kasten bıçağı saplamış değilim. Bahsettiğim pozisyonda iken bıçak kendisine isabet etmiştir. Tam bu esnada kan sesi duydum. Yani çeşmeden su nasıl akıyorsa öyle bir ses duydum. Maktul eşim yere düşmüştü. Maktul sol kasıktan yara almıştı. Yere düştüğünü görünce hemen mutfaktaki havluyu direk yarasına bastırdım. Banyodaki havluları almaya gittim onları da yine yarasına bastırdım. Maksadım kanamayı durdurmaktı. Kanama durmuyordu, buna rağmen maktul eşim 'sakın kimseye haber verme bu bir kazadır kendi aramızda hallederiz' dedi. Fakat buna rağmen dayanamadım, dış kapıyı açtım, koştum. Yan taraftaki komşunun kapısını çalarken bu esnada bir üst kattaki komşumuz indi. Bana 'ne oldu' diye sordu, 'eşim yaralandı' dedim. Zaten kapımızda açıktı, onunla birlikte içeri girdik. Orada bulunan havluları bu gelen komşumuz bayan maktulun yarasına bastırdı. Ben bağırıyordum, şoktaydım, bana bir tokat attı, 'kendine gel kıyafetini değiştir hastaneye götürelim' dedi. Bayanın bağırması ile polisler geldi, aradan 5 dakika geçmeden ambulans geldi, bende olduğum halde ambulansla maktul eşimi Ankara Numune Hastanesine götürdük. Hastanenin acil bölümünde tedavisi yapılırken gördüm. Yara bağlandı kapatıldı. Bende bundan dolayı rahatlamıştım. Eve götürmeyi dahi düşündüm. Ancak buna fırsat bulmadan beni alıp karakola götürdüler. Daha sonra beni görmeye gelenler olduğu söylendi, eşimin geldiğini zannettim, ancak gelenler öldüğünü söyledi. Eşimin öldüğüne de inanmıyorum. Onu çok seviyordum, halen kendisi ile karşılaşacağımı umut ediyorum, halen kalbimdedir. Eşim kıskanç birisiydi. Emniyette ve Sulh Ceza Hakimliğinde savunmalarda bulunurken halen şoktaydım ve eşime kızmasınlar eşim iyileştiği zaman anormal hareketlerde bulunmasınlar düşüncesi ile bıçağın gelişi güzel iradi salladığımı ifade ettim. Başlangıçtan beri birbirimizi severdik. Ancak tahminen bir sene önce boşanmak için dilekçe vermiştim. Evliliğin yürümeyeceği kanaatine varmıştım. Ankara 10. Aile Mahkemesine açtığım davadan vazgeçtik" demiştir.

765 sayılı TCY'nın 452. maddesinde yer alan hükmün benzeri bir düzenlemeye, objektif sorumluluk esasının terk edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCY'nda yer verilmemiştir. Suçu, "yasada tanımlanmış bir haksızlık" olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her koşulda sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla "kusursuz sorumluluk" terkedilmiş olmaktadır. (Prof. Dr. İzzet ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. bası, s.166 vd.). 765 sayılı TCY'ndaki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCY'nda haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCY'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı TCY'nın "Netice sebebiyle ağırlaşmış suç" başlıklı 23. maddesi "(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir" şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olması gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Prof. Dr. Nur CENTEL, Doç. Dr. Hamide ZAFER, Yrd. Doç. Dr. Özlem ÇAKMUT, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 3. Bası, s. 415 vd.; Prof. Dr. Mehmet Emin ARTUK, Doç. Dr. Ahmet GÖKCEN, Doç. Dr. A. Caner YENİDÜNYA, TCK Şerhi, c. I, s.495 vd.)

5237 sayılı TCY'nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCY'nın 87. maddenin 4. fıkrası; "(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur" şeklindedir. Maddede, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCY'nın 86. maddesinin 1. veya 3. fıkraları kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak koşuluyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.

Sanığın suç tarihinde resmi nikahlı eşi olan Ali Daştan'ı sonuçta ölümüne neden olacak biçimde silahla hayati tehlike geçirecek şekilde yaralaması eylemi 5237 sayılı Yasanın 86/3 maddesi kapsamında bulunmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;

Resmen evli olan sanık ile maktulün, birbirleriyle sık sık kavga ettikleri ve evliliklerinin huzursuz bir ortamda devam ettiği dosya içeriğinden anlaşılmakla birlikte, aralarında öldürmeyi gerektirecek bir anlaşmazlığın bulunmadığı da sabittir. Olay günü, başlayan sözlü tartışmanın büyüyerek kavgaya dönüşmesiyle sinirlenerek mutfağa giden sanık, arkasından maktulün üzerine geldiğini görünce eline aldığı 13 cm namlu uzunluğu bulunan bıçağı maktulün sağ bacağının uyluk iç kısmına batacak şekilde sallamış, maktulün yere düşmesi nedeniyle hiçbir fiili engel bulunmamasına rağmen hareketine devam etmemiş, aksine maktulün yaralandığını görünce de onun kanamasını durdurmak için büyük bir çaba harcamış, kanın durmaması üzerine apartman boşluğuna çıkıp bağırarak yardım istemiş, bu çabası sonucu olay yerine gelen kişiler tarafından kanamanın durdurulması için müdahalede bulunulmuş, sonrasında da çağırılan ambulans ile maktul hastaneye kaldırılmıştır. Ancak ana arterin tamamen kesilmiş olması nedeniyle oluşan kan kaybından dolayı maktul 06.09.2006 tarihinde hastanede ölmüştür.

Bu şekilde gerçekleşen ve olay öncesinde sanıkla maktul arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, yaranın yeri, eylemine devam etmesine herhangi bir engel sebep bulunmayan sanığın eyleme kendiliğinden son vermesi ve yaralanan maktulü kurtarmak için aktif çaba harcaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın kastının, öldürmeye yönelik olmayıp yaralamaya yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu nedenle sanık hakkında 5237 sayılı TCY'nın 87/4. maddesi uyarınca hüküm kurulmalıdır.

Bu itibarla isabetsiz bulunan direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle,

1- Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 09.06.2009 gün ve 180-215 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.02.2010 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006/97 E. 2006/132 K.

YARGITAY KARARI

Resmi nikahlı eşini öldürmeye kalkışmak suçundan sanık Doğan Karaca'nın, 765 sayılı TCY.nın 449/1, 62, 81/2-3-4, 31, 33, 193/1, 81/1 ve 74. maddeleri uyarınca sonuç olarak 15 yıl 1 gün ağır hapis ve 6 ay 1 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, müebbeten kamu hizmetlerinden yasaklanmasına, tutukluluk halinin devamınca yasal kısıtlılık altında bulundurulmasına, suçta kullanılan bıçak ve nacağın TCY.nın 36. maddesi uyarınca zoralımına ilişkin Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesince 13.11.2003 gün ve 121-111 sayı ile verilen hükmün, resmi nikahlı eşini öldürmeye kalkışmak suçundan verilen ceza yönünden kendiliğinden temyize tabi olması nedeniyle, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.03.2005 gün ve 1671-437 sayı ile;

"Sanığın eşi olan mağdure Hülya'nın geçimsizlik nedeniyle evden ayrılarak babasının evine taşındığı, aralarındaki sürtüşmenin devam ettiği, sanığın olay günü mağdurenin bulunduğu eve giderek eve dönmesini istediği, bu nedenle tartıştıkları, sanığın, bıçakla mağdureye üç kez vurduğu, sol 6. interkostal aralıktaki yaranın toraksa nafiz olup hayati tehlike geçirmesine sebebiyet verdiği, kafa ve sol femurdaki kesilerin basit düzeyde kaldığı, sanığın kendiliğinden olay yerinden ayrıldığı, müessir fiil kastı ile hareket ettiği anlaşıldığı halde, TCK.nun 456/2, 457/1, 457/1, 59, 81/2-3. maddeleri ile ancak cezanın asgari haddin üzerinde belirlenmesi suretiyle cezalandırılması yerine yazılı şekilde öldürmeye tam teşebbüsten hüküm kurulması" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise, 28.04.2005 gün ve 39-58 sayı ile;

"Yargıtay bozma ilamı gözönünde bulundurulduğunda burada tartışılması gereken hususun müşteki Hülya Karaca'nın vücudunda meydana gelen yara yerleri ve mahiyetleri nazarı ile eylemin vasıflandırılmasıdır. Sanığın, mağdureye doktor raporunda belirtildiği üzere 3 defa vurduğu, kafa ve sol femurda 2 adet kesi her ne kadar basit düzeyde kalsa da diğer kesi olan 3. yaranın ise sol 6. interkostal aralıktaki toraksa nafiz olup mağdurenin hayati tehlike geçirmesine sebebiyet verdiği, bu yüzden sanığın eyleminin müessir fiil kastını aşıp, öldürme kastını taşıyacağından Yargıtay'ın bu yöndeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yine Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesinin bozma ilamına konu ettiği, "sanığın kendiliğinden eylemlerine son verme" davranışı ise, mahkememizce olayın oluş şekline uygun düşmemiştir. Çünkü her ne kadar müşteki Hülya Karaca'nın 13.10.2002 tarihinde hastane polisi tarafından alınan ifadesinde, kendisinin eve döneceğini belirtmesi üzerine sanığın olay yerini terk ettiğini söylemiş ise de, adı geçen müşteki bundan sonraki tüm aşamalarda ve mahkememiz huzurunda sanık kocasının kendisinin öldüğünü zannederek olay yerini terk ettiğini beyan etmiştir. Müştekinin bu çelişkili beyanlarının hangisine itibar edileceği hususunda ise hastaneye ilk vardığında hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı ve şuurunun yerinde olmadığı, o anki ruh hali nazarı ile bu beyanlarının samimi iradesine havi olmayacağı ve itibar edilemeyeceği düşünülmüştür. Nitekim olay mahallinde bulunan tanıklar Sevgi Alakuş ve Erhan Alakuş da sanık Doğan'ın, Hülya'ya karşı eylemlerini devam ettirdiği sırada olaya müdahale etmek istediklerini, fakat adı geçen sanığın kendilerini yaklaştırmadığını, ancak müşteki Hülya yerde hareketsiz yattığında öldüğü zannına kapılarak olay yerini terk ettiğini söylemeleri karşısında sanığın olay yerini kendiliğinden terk etmediği düşünülmüş ve Yargıtay'ın bu yöndeki bozma gerekçesinin de uygun olmadığı anlaşılmıştır." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Hükmün kendiliğinden temyize tabi olması nedeniyle gönderilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığı 05.07.2005 gün ve 120628 sayı ile; 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 8/2. maddesi uyarınca, yeniden değerlendirme yapılmak üzere dosyayı mahalline iade etmiştir.

Yerel Mahkemece CMY.nın 150/3. maddesi uyarınca sanığa müdafi atanmış ve duruşma açılarak yapılan yargılama sonucunda 08.09.2005 gün ve 132-110 sayı ile önceki direnme gerekçelerini de tekrarlamak suretiyle;

"Sanık hakkında 765 sayılı TCK. gereğince mahkumiyet hükmü kurulduğu, karar kesinleşmeden 01.06.2005 tarihinde 5237 sayılı TCK.nun yürürlüğe girdiği anlaşıldığından her iki kanunun lehe hükümlerinin tespiti açısından kıyaslanması gerekmiştir.

Buna göre; sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nun hükümleri uygulandığında, sanığın eşini öldürmeye teşebbüs suçunu işlediği anlaşıldığından 5237 sayılı TCK.nun 82/1-d maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasının gerektiği, sanığın eyleminin teşebbüs aşamasında kaldığı anlaşıldığından sanığın meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı gözetilerek 5237 sayılı TCK.nun 35. maddesi gereğince cezasının 20 yıla indirilmesinin gerekeceği;

Sanık hakkında 765 sayılı TCK. hükümleri uygulandığında ise, kazanılmış hakları gözetilerek sanığın 15 yıl 1 gün hapis cezası ile cezalandırılmasının gerekeceği, dolayısıyla 765 sayılı TCK.nun sanığın daha lehine hükümler içerdiği anlaşıldığından bu Kanun gereğince hüküm kurulmuştur" gerekçesiyle sanığın 765 sayılı TCY.nın 449, 62, 81/2-3-4. maddeleri uyarınca 15 yıl 1 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında 31 ve 33. maddelerin uygulanmasına karar verilmiştir.

Bu kararın da kendiliğinden temyize tabi olması ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 13.03.2006 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın, resmi nikahlı eşini öldürmeye kalkışmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın sabit olan eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu mu yoksa yaralama suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

Eylemin hangi suç niteliğine uyduğunun belirlenebilmesi, sanığın kastının saptanması ile mümkündür. Esasen failin iç dünyasını ilgilendiren kastının belirlenmesinde, olay öncesinde, olay sırasında ve sonrasında failin dışa yansıyan davranışları ölçü olarak alınmalıdır. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, adam öldürmeye kalkışma ve yaralama suçlarını birbirinden ayıran başlıca ölçütler; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin cürümde kullandığı saldırı aletinin niteliği, atış veya darbe sayısı ile mesafesi, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme olanağı olup olmadığı, olayın akış ve nedeni, failin işlemeyi kastettiği cürmün meydana gelmesine iradesi dışında engel bir nedenin olup olmadığıdır. Tüm bu olgular olaysal olarak değerlendirilip sanığın kastı belirlenmelidir.

Somut olayda suç niteliğinin belirlenebilmesi için dosyadaki tüm kanıtların birlikte ele alınarak değerlendirilmesi zorunludur.

Mağdure Hülya Karaca, 13.10.2002 tarihinde hastane polisi tarafından saat 20.45'de alınan ifadesinde aynen;

"Ben Doğan Karaca ile evliyim, bundan bir yıldır eşimle ayrı yaşıyoruz. Ben bir yıldır babamın evinde kalıyorum. Bugün yani 13.10.2002 günü saat 18.00 sıraları idi, avlu içerisinde çamaşır yıkamıştım.Yanımda kardeşim Gülizar da vardı. Çamaşırları asarken avlu duvarından elinde nacakla eşim olan Doğan Karaca atlayarak içeriye girdi. O esnada kardeşim Gülizar avlu dışında olan çocuğunu almak için yanımdan ayrıldı. Eşim olan Doğan Karaca bana, "sen niye eve dönmüyorsun" diyerek keser sapı kadar uzunluğundaki nacağı kafama, bacaklarıma vurdu, daha acıdan nerelerime vurduğunu tam anlamadan beni yere yatırdı, rasgele elindeki kesici nacakla beni kesti. Kendisine yalvardığım halde beni bırakmadı. Çığlık attım yardım istedim, kimse yardıma gelmedi. Ben kendisine eve döneceğim deyince bana vurmayı bıraktı. Ben gidiyorum deyip avludan atlayarak, sen eve gel diye kaçtı. Daha önceden de beni bıçaklamıştı, kendisine boşanma davası açmıştım. Şu anda kocamla mahkemeliğiz. Olay yerine kardeşim ve komşular geldi, beni Yerköy hastanesine getirdiler. Orası da Yozgat Devlet Hastanesi acil servisine ambulansla gönderdi. Beni döven ve nacakla kesen eşim olan Doğan Karaca'dan davacı ve şikayetçiyim" şeklinde beyanda bulunmuştur.

30.10.2002 tarihide C.savcısı tarafından alınan ifadesinde ise; sanık Doğan'ın resmi nikahlı eşi iken ifadesinin alındığı bugün itibariyle boşanma davalarının sonuçlandığını ve boşanmalarına karar verildiğini, evlenip ilk çocukları olduktan sonra sanık Doğan'ın, kendisini para karşılığında erkeklere satmaya başladığını, istemeyip uyardıysa da gerek tehdit gerekse dayakla 2 yıl kadar böyle devam ettiklerini ve daha fazla dayanamayarak bir yıl kadar önce babasının evine döndüğünü, boşanma davası açtığını, bu süre zarfında sanığın gerek kendisine gerekse aile efradına karşı bir sürü suç işlediğini, C.savcılığında ve mahkemelerde bu konuda dosyalarının bulunduğunu, olaydan 5-6 gün önce de sanığın eve dönmesi konusunda kendisine boşanma davasının duruşma gününe kadar süre verdiğini belirtip dönmemesi halinde ölümle tehdit ettiğini, olay günü babasının evinde çamaşır yıkarken önce mahalleden Nuh adında küçük bir çocuğun gelip küçük kardeşini sorduğunu, o gittiğinde kardeşi Gülizar'ın neden konuştuğunu sorup, çocuğun az öncesinde sanık Doğan ile konuşmakta olduğunu gördüğünü belirttiğini, çamaşır işine devam ettiğini, biraz sonra bir gürültü duyarak arkasına baktığında sanığı gördüğünü, sanığın, "sana eve dön demedim mi? Ben senin kelleni keserim demedim mi?" diyerek belinden nacak çıkarttığını, kaçmaya çalıştıysa da başaramadığını, sanığın nacağın keskin tarafıyla kafasına vurmaya başladığını, nacağı elinden almaya çalışırken yapmaması için yalvardığını, sanığın ise nacakla kafasına vurmaya devam ettiğini, bu sırada "seni öldüreceğim" diye bağırmakta olduğunu, mücadele sonucunda elinden nacağı alıp uzağa atmayı başardığını, bu sefer cebinden siyah saplı bir bıçak çıkarttığını, eline sarılıp bıçağı açmasına engel olmaya çalıştığını ve açmadan elinden alıp onu da uzağa fırlattığını, sanığın ise nacağı fırlattığı yerden alarak bu sefer neresine denk gelirse vurmaya başladığını, en son vurduğunda nacağı göğsünde hapsettiğini ve yüzükoyun yere düştüğünü, bu sırada sanığın, "ben sana seni öldürürüm demedim mi, bu bütün kadınlara ibret olsun" dediğini ve kaçıp gittiğini, sanığın kendisini, yere düşüp hareketsiz kalınca öldü diye bıraktığını, bıçağı sanığın elinden alırken elini ısırmış olabileceğini, 12-13 gün hastanede yattığını, şikayetçi olduğunu beyan etmiş, duruşmada da olayı C.savcılığındaki ifadesinde olduğu gibi anlatmıştır.

Sanık Doğan Karaca, C.savcılığındaki ifadesinde, eşi Hülya ile 10 aydır ayrı yaşadıklarını, olay günü arkadaşı Aslan Yıldız ile birlikte çarşıda 3-4 bira içtiklerini ve birkaç şişe daha alarak eve döndüklerini, evin dış tarafında oturup 2-3 şişe bira da burada içtiklerini, bu sırada eşi Hülya'nın bahçe kapısına çıkıp kendilerine baktığını, halk arasında Menderes adıyla bilinen Aslan adlı arkadaşı gittikten sonra mahalleden olan ve askerden dönen Ferhat Şafak adlı kişinin ilerideki tepecikte oturduğunu görüp hoş geldin demek için yanına gittiğini, hatta ona da bir bira götürdüğünü, o arada da eşinin akrabası olan Nuh adlı çocuktan, eşi Hülya'ya gidip küçük çocukları için nüfus kağıdı çıkartıp çıkartmadığını sormasını istediğini, çünkü 30.10.2002 tarihinde boşanma davaları olduğunu ve sorun çıkmasını istemediğini, Nuh adlı çocuğun gidip kısa bir süre sonra döndüğünü ve eşinin "sen karışma" diye haber gönderdiğini söylediğini, Ferhat'ın yanından dönerken eşi Hülya'yı bahçe kapısının ağzında görünce bu meseleyi konuşmak için yanına gittiğini, duruşmada pürüz çıkmaması için çocuğun kimliğini çıkartmak istediğini, bunda ne var dediğinde eşi Hülya'nın bir anda kendisine ağza alınmayacak küfürler etmeye başladığını, bu arada eşi ile ayrılacakları için yeniden evlenmek için bir kızın ailesi ile görüşmüş olduklarını, her halde eşinin bu durumu öğrendiğini, çünkü Jilet Mehmet diye tanınan kişi ile evleneceğini söylediğini, bu kişinin kadın ticareti yaptığını, eşinin kendisini tahrik etmek amacıyla adı geçenle evlenip o işi yapacağını söylediğini, ayrıca "şerefsiz pezevenk, kavat" gibi sözler söylemeye devam ettiği gibi küçük bir nacak ile kendisine saldırdığını, sağ elinin baş parmağının bu sırada kesildiğini, nacağı eşinin elinden aldığını, gördüğü hakaretler ve almış olduğu alkolün etkisiyle daha sonra ne yaptığını hatırlamadığını, olay yerinde bulunan bıçağın da arkadaşı Aslan'a ait olup bira açmak için kullandıklarını, ancak giderken unuttuğu için ona vermek üzere yanına aldığını, yoksa bıçak taşımadığını, olayın eşinin aşırı tahriki ile meydana geldiğini, eşinin ailesi ile aralarında meydana gelen bir olay nedeniyle cezaevine girip 16.08.2002 tarihinde tahliye olduğunu, eşi ve ailesinin, yeniden cezaevine girmesi için sürekli kendisine sataşmakta olduklarını, gördükleri yerde sürekli üzerine geldiklerini, olay sırasında eşini bıçaklayıp bıçaklamadığını, ona nacakla vurup vurmadığını hatırlamadığını, yapmış olabileceğini ancak öldürmeye kalkışmadığını, öldürecek olsa bunu yapabileceğini, eşinin, "Doğan bana vurma, beni öldürme, ben seni kıskandırmak için böyle yaptım, seni seviyorum" demesi üzerine bırakıp gittiğini, hatta eşinin kendisine kaçmasını söylediğini, yaptığından çok pişman olduğunu beyan etmiş, aynı gün Sulh Ceza Hakimliğindeki sorgusunda, müdafii de hazır olduğu halde; benzer şekilde anlatımda bulunmuş, eşini öldürmek amacıyla hareket etmediğini, istese öldürebileceğini, çünkü bir engel bulunmadığını belirtmiş, sanık müdafii de sanığın öldürme kastı ile hareket etmediğini, ağır tahrik altında eşini yaraladığını savunmuştur.

Duruşmada 12.12.2002 günlü oturumda; benzer şekilde savunma yapmış, ayrıca olayda kullanılan nacağın eşi Hülya'nın ailesine ait olduğunu, beraberinde getirmediğini söylemiştir.

Mağdurenin kız kardeşi olan tanık Gülizar Alakuş kollukta, ablası Hülya'nın evin yanında bulunan tandırlıkta çamaşır astığı sırada, ablasının eşi Doğan'ın duvardan atladığını gördüğünü, Doğan'ın nacakla ablasına vurduğunu ve olay yerinden uzaklaştığını beyan etmiştir.

18.10.2002 tarihinde C.savcısı tarafından alınan ifadesinde; yol kenarında oynayan çocuğunu almak için dışarıya çıktığında sanık Doğan'ın, ablası Hülya'nın çamaşır astığı taraftaki duvardan atlayarak bahçe içerisine girdiğini, sapı beline sokulu olan nacağı çıkartarak vurmak için ablasına doğru kaldırdığını gördüğünü ancak vurduğunu görmediğini, ablasının da sanığı elleriyle iteklemeye çalıştığını, bunun üzerine avluya girmeden komşularına gittiğini, orada kendisini kaybetmiş olduğunu, kendisine geldiğinde ablasını kanlar içerisinde gördüğünü, sanığın kullandığı nacağın kendilerine ait olmadığını, söz konusu nacağı sanığın üzerinde taşımakta olduğunu daha önce de annesi ve kendisinin önünü kestiğinde de gördüğünü belirtmiş, kovuşturma aşamasında talimat yoluyla Çiçekdağı Asliye Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde de benzer şekilde anlatım bulunmuştur.

Tanık Sevgi Alakuş kollukta, evde televizyon izlediği sırada ablası Hülya'nın, "Doğan yalvarırım yapma" dediğini duyduğunu, dışarı çıktığında eniştesi Doğan'ın, küçük nacak ile ablasına vurduğunu gördüğünü ve elinden nacağı almak istediğini, ancak sanığın kendisini itince korkarak uzaklaştığını, daha sonra sanığın da olay yerinden ayrıldığını beyan etmiştir.

18.10.2002 tarihinde C.savcısı tarafından alınan ifadesinde; benzer anlatımda bulunmakla beraber sanığın kendisini ittirdikten sonra bıçak çıkartı ablasına vurmaya başladığını, olayda kullanılan nacağın kendilerine ait olmadığını, sanığın nacağı belinden çıkarttığını belirtmiş, kovuşturma aşamasında talimat yoluyla Çiçekdağı Asliye Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde de benzer şekilde anlatımda bulunmuştur.

Tanık Erhan Alakuş kollukta, sanık Doğan'ın bahçe duvarından atlayarak girdiğini ve ablası Hülya'yı sırtından tutarak elinde bulunan bıçakla rasgele vurmaya başladığını, sonra belinde bulunan nacağı çıkarttığını ve onunla vurduğunu ve olay yerinden uzaklaştığını beyan etmiştir.

18.10.2002 tarihinde C.savcısı tarafından alınan ifadesinde; dışarıda bisiklet tamir ettiği sırada sanık Doğan'ın duvardan atlayarak avluya girdiğini, belinden çıkarttığı nacakla ablası Hülya'nın önce beline sonra da dönünce alnına vurduğunu, diğer ablası Sevgi'nin müdahale etmek istediğinde ise sanığın onu iteklediğini, bu arada ablası Hülya'nın, sanığın elinden nacağı alarak uzak bir yere fırlattığını, bunun üzerine sanığın cebinden bıçak çıkarttığını ve ablasını saçından tutarak bıçağı beline dürtmeye başladığını, bu arada zorla ekinliğe doğru götürerek ablasını oraya sokmaya çalıştığını, daha sonra ablası kıpırdamaz hale gelince bırakarak duvardan atlayıp kaçtığını belirtmiş, kovuşturma aşamasında talimat yoluyla Çiçekdağı Asliye Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde de benzer şekilde anlatım bulunmuştur.

Tanık Ferhat Şafak kollukta, saat 17.30 sıralarında evlerinin karşısındaki tepede oturmaktayken komşuları Doğan Karaca'nın yanına geldiğini ve askerden izinli geldiği için kendisine hoş geldin dediğini, Doğan'ın elinde bira şişesi olduğunu ve ağzının da içki koktuğunu, kendisine de içmesi için teklif ettiğini, ancak kabul etmediğini, çocuğunun nüfus kağıdını yeni çıkarttığını, ona bakmak için Latif Alakuş'un evine gideceğini söyleyerek yanından ayrıldığını ve adı geçene ait evin bahçesine girdiğini, bu sırada elinde herhangi bir şey olmadığını, birkaç dakika sonra bahçeden bağırtı sesleri gelmeye başladığını ve Gülizar Alakuş'un, "ablamı kurtarın, Doğan ablamı bıçaklıyor, öldürüyor" diye bağırdığını, daha sonra Doğan'ın koşarak bahçeden çıkıp kaçtığını, asker olduğu için olaya müdahale etmek istemediğini, olayın hangi nedenden kaynaklandığını bilmediğini beyan etmiştir.

18.10.2002 tarihinde C.savcısı tarafından alınan ifadesinde ise; olay sırasında amcasının oğlu Hasan ile birlikte evlerinin karşısındaki tepede oturmakta olduklarını, kendilerinden yaklaşık 10 metre ileride sanık Doğan'ın, Menderes ile bira içmekte olduklarını, Doğan'ın kalkarak yanlarına geldiğini ve askerden izinli geldiği için kendisine hoş geldin dediğini, daha sonra çocuğun nüfus cüzdanına bakayım diyerek yanlarından ayrıldığını ve mağdur Hülya'nın bulunduğu Latif Alakuş'un evinin bahçesine kapıdan yürüyerek girdiğini, bu sırada tepeden ayrılıp 5-10 dakika sonra geri döndüğünü, geri gelirken Doğan'ı bahçeden çıkarken gördüğünü, evine giden Doğan'ın 5-10 dakika sonra tekrar yanına geldiğinde elindeki birayı kendisine teklif ettiğini, içki kullanmadığını söyleyince bira şişesini bırakarak tekrar Latif Alakuş'un evine yöneldiğini, bahçe kapısından içeriye girdiğini, bu sırada Gülizar Alakuş'un çocuğu ile birlikte oturmakta olduğunu, sanığın onun müdahale etmesine imkan vermeden aradan hemen bahçeye girdiğini, bahçeden Hülya'nın çığlıklarının gelmeye başladığını, bu sırada Gülizar'ın da "ablamı öldürüyorlar" diyerek kendilerine doğru koşmaya başladığını, asker olduğu için olaya karışmak istemediğini, sanığın bahçe duvarından atlayarak kaçtığını gördüğünü fakat elinde bir şey olmadığını, mağdurenin yanına giderken de elinde herhangi bir şey olmadığını ama üzerinde mont olduğunu, onun altına sakladıysa bilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.

Kovuşturma aşamasında talimat yoluyla İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde de benzer şekilde anlatımda bulunmuş, ayrıca olay öncesinde sanığın ağzının bira koktuğunu ancak kendisine göre sarhoş olmadığını, çevreden sanık Doğan'ın karısını başka erkeklere sattığını duyduğunu ama doğruluğunu bilmediğini söylemiştir.

Mağdure Hülya Karaca hakkında düzenlenen doktor raporlarının incelenmesinde;

Yerköy Devlet Hastanesi Acil Polikliniğince 13.10.2002 tarihinde düzenlenen raporda; sol kol arka yüzde 3 cm. deri ve derialtında kesi, sağ ön kolda 2 cm. deri ve derialtı kesi, sağ temporalde 6 cm. kemiğe kadar uzanan deri ve derialtında kesi, sağ frontalde 5 cm.lik deri ve deri altında kemiğe dayanan kesi, sırtta sol akciğere kadar kesi tespit edilerek hayati tehlikesi bulunduğundan bahisle Yozgat Devlet Hastanesine sevk edildiği belirtilmiştir.

Yozgat Devlet Hastanesi kalp ve damar cerrahisi uzmanı tarafından 31.10.2002 tarihinde düzenlenen raporda; kesici delici alet yaralanması sonucunda pnomotoraks gelişen hastada femur ön yüzde 4x4 cm. kesi bulunduğu, hayati tehlike geçirip 30 gün iş ve güçten kalacağı belirtilmiştir.

Aynı hastanenin beyin ve sinir cerrahisi uzmanı tarafından aynı tarihte düzenlenen raporda ise; skalpteki kesinin 7 gün iş ve gücüne engel olacağı, hayati tehlike yaratmadığı bildirilmiştir.

Adli Tıp Kurumu Kayseri Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 08.01.2003 günlü raporda önceki raporlara ve bulgulara atıf yapılmış ve toraksa nafiz pnomotoraks oluşturan kesici delici alet yarasının şahsın hayatını tehlikeye maruz kıldığı, 25 gün iş ve gücüne engel olacağı belirtilmiştir.

Bütün bu bilgi ve belgeler ışığında somut olay ele alınıp değerlendirildiğinde;

Sanık aşamalarda birbiriyle uyumlu anlatımlarında, olay yerine ayrı yaşadığı eşiyle müşterek çocuklarının durumunu konuşmak için gittiğini, aralarında başlayan tartışmada alkol almasının da verdiği etkiyle kendini kaybederek mağdureye vurmaya başladığını, ancak öldürme amacının olmadığını, istese bunu yapabileceğini, mağdurenin yapma demesi üzerine de eylemine son verdiğini savunmuş, bu savunma, mağdurenin olayın sonrasında hastane polisince alınan ifadesiyle de doğrulanmıştır. Olayın saat 18.00 sıralarında meydana gelmiş olması ve olaydan iki saat kırkbeş dakika sonra mağdurenin ifadesinin saat 20.45'de gözetildiğinde, bu ifadenin alındığı sırada mağdurenin ifade verecek ölçüde kendisinde olduğunu göstermektedir. Kaldı ki, tanıkların soruşturma aşamasında alınan ifadeleri de savunmayı doğrulamaktadır. Gerek mağdurenin gerekse yakınları olan tanıkların sonraki aşamalarda, ilk anlatımlarından farklılık gösteren ifadelerine itibar edilmesi olanaksızdır.

Sanığın, aralarındaki tartışma nedeniyle aniden gelişen olayda hem nacak hem de bıçak kullandığı ve mağdureyi, sol 6. interkostal aralıkta toraksa nafiz olan ve pnomotoraks oluşturan tek sayıda kesici delici alet darbesiyle hayati tehlikeye neden olacak şekilde, kafa ve sol femurdaki diğer iki kesici alet darbeleriyle ise hayati tehlikeye neden olmayacak halde üç yerinden yaraladığı, herhangi bir engel neden bulunmadığından eylemine devam etme olanağı olduğu halde, mağdurenin yapmamasını söylemesi üzerine, eylemini sürdürmeyerek bırakıp gittiği anlaşılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kuruluyla, 1. Ceza Dairesinin kararlarına süreklilik kazandırır düzeyde yansımış müşterek kabule göre, delici kesici aletle vaki olup hayati tehlike yaratan darbın bir adette kalması durumunda failin kastının öldürmeye yönelik bulunduğu hususu kuşkulu kalacağından ve aşılamayacak kuşku da lehe yorumlanmak gerektiğinden eylemin yaralama olarak kabul ve takdirinde zorunluluk bulunmaktadır. Bu kabulün sonrasında, neticenin ağırlığının, mağdurenin hayati tehlike geçirmiş olması ve birden çok silah darbesine maruz bırakılmasının ve oluşuma etken sair unsurların temel ceza belirlenirken alt sınırdan ayrılma hususundaki takdir hakkı yönünden nazara alınması gerekir. Yerel Mahkemece kanıtların yanlış değerlendirilmesi ve kasıt konusunda yenilememiş kuşkunun aleyhte yorumlanması sonucunda, dosya kapsamına uymayan gerekçeler ve kabulle, savunmayı doğrulayan mağdure ve tanık anlatımları da gözetilmeksizin, eylemin, adam öldürmeye kalkışmak olarak tavsifiyle direnme kararı verilmesi ve hüküm tesisi isabetsizdir.

Bu itibarla direnme hükmünün bozulmasına ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak sanığın gereksiz hürriyet kaybına uğramaması yönünden tahliyesine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Bozma kararının içeriği ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak sanık Doğan Karaca'nın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesi için gereğinin telle mahalline bildirilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına yazı yazılmasına,

3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 02.05.2006 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/121 E. 2021/388 K.

 

Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Ağır Ceza

Sayısı : 131-122

Sanık ... hakkında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Sincan (... Batı) 1. Asliye Ceza Mahkemesince 15.11.2011 tarih ve 655-671 sayı ile sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Sincan (... Batı) 2. Ağır Ceza Mahkemesince 15.04.2014 tarih ve 131-122 sayı ile; sanığın TCK’nın 81/1, 35/2, 29/1, 62/1, 53/1-2-3 ve 63. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba hükmedilmiştir. Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.12.2017 tarih ve 1244-5158 sayı ile; TCK’nın 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 19.01.2018 tarih ve 326437 sayı ile;

“...1- Dosya kapsamına göre; mağdur ...'nın ailesi ile sanık ...'ın ailesi arasında, ortak oldukları bir kooperatifin alacaklarından kaynaklanan hukuki ihtilaf bulunduğu, olay tarihinden bir gün önce bu nedenle çıkan karşılıklı kavgada sanık ...'in de yaralandığı, olay günü adli soruşturma nedeniyle ifade verilmesinden sonra yanlarında yakınları da olduğu hâlde tarafların Sincan, Menderes Caddesi kavşağında karşılaştıklarında kavga etmeye başladıkları, kavga sırasında silahtan sayılan bıçak ve sopaların da kullanıldığı, ihbar üzerine olay yerine polisin gelmesi sonucunda olayın son bulduğu ve tarafların olay yerinden ayrıldıkları anlaşılmıştır. Taraflar arasında çıkan kavga sırasında mağdur ...'nın baş bölgesinden hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı, mağdurun tarafında olan ..., ..., ... ve ... ile birlikte sanık ... ve aynı tarafta olan ..., ... ve ...'un da yaralandıkları olayda; kolluk güçleri tarafından etkili bir soruşturma yapılmadığı ortadadır. Olayın gerçekleşmesinden sonra kavganın oluş şekli yönünden toplanması gereken dijital deliller toplanmadığı gibi bir kısım taraf beyanlarında bir polis memurunun tabancasıyla havaya ateş ettiği belirtilmesine rağmen bu husus da şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilmemiştir. Bu aşamada bazı delillerin elde edilmesi mümkün görülmemekle birlikte kanun yolu denetlemesi yapılabilmesi için olay günü görev yapan ve tutanakları tanzim eden polis memurlarının tanık sıfatıyla dinlenerek bu hususların ayrı ayrı tetkiki gerekmektedir.

Olay nedeniyle baş bölgesinden hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanan mağdur ...'nın, aşamalardaki beyanlarında ve doktor raporlarının tanzimi sırasında hafıza kaybı yaşadığını iddia etmesi karşısında, beyanlarına ne derece itibar edilebileceği de tartışılmalıdır. Özellikle sanık ...'ın tüm aşamalarda atılı suçlamayı reddetmesi dikkate alınarak, olayın oluş ve son buluş şekli yönünden Mahkemece beyanlarına itibar edilen mağdur ...'nın ifadelerine itibar edilip edilmeyeceği hususunda Adli Tıp Kurumu tarafından rapor alınmasında zorunluluk bulunduğu,

2- Kabule göre de; sanık ...'ın kasten silahla hayati tehlike geçirecek şekilde yaralama suçundan cezalandırılması gerektiği," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 12.02.2018 tarih ve 350-480 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında katılan ...’ya yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının,

2- Eksik araştırmayla hüküm kurulmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde, sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun,

Belirlenmesine ilişkindir

İncelenen dosya kapsamından;

04.06.2009 tarihli olay ve geçici muhafaza altına alma tutanağında; 04.06.2009 tarihinde saat 19.00 sıralarında, Sincan ilçesi, Ulubatlı ... Mahallesi, 9. Cadde ile Menderes Caddesi’nin kesiştiği kavşakta kavga çıktığının bildirilmesi üzerine 9078 numaralı ekibin olay yerine gittiği, 8-10 kişilik gruptaki kişilerin sopalarla birbirlerini darbettiklerinin görülmesi üzerine, tek ekibin olaya müdahale etmek için yeterli olamayacağı gerekçesiyle 90113 ve 90114 sayılı ekiplerin olay yerine çağrıldığı, bu ekiplerin de olay yerine gelmeleri üzerine kavgaya müdahale edildiği, tarafların ayrılmasının sağlandığı, kavganın sürmesinin engellendiği, olay yerinde bulunan toplam uzunluğu 38 cm olan 1 adet kamanın bulunduğu yerden alınarak muhafaza altına alındığı tespitlerine yer verildiği, tutanağın düzenlenme saatinin 21.00 olarak belirtildiği,

Katılanın tedavisi ile ilgili olarak düzenlenen epikrizde; “Darp ve kafa travması nedeniyle acil servise başvurduğu, çekilen BBT’de sol temporal bölgede intra parankimal kontüzyon tespit edildiği, beyin cerrahi yoğun bakım ünitesinde takip altına alındığı, aynı gün saat 23.00’te çekilen BBT’de parankimal hematomun arttığının görüldüğü, hastanın günlük kontrol BBT’de sol temporal bölgedeki intraparankimal hematom alanının artmadığı ve kanama alanının organize olduğunun görüldüğü, genel durumunun düzelmesi üzerine 08.06.2009 tarihinde 2. beyin cerrahi servisine alındığı, klinik seyrinde ajitasyonları olması üzerine psikiyatri kliniğinde konsulte edildiği, acil kranial BT’de sol temporo paryetalde çökme kırığı, sol temporo paryetal lopta periferal ödem ve hitorojen iç yapıda hematom izlendiği, sol lateral ventriküler bası olduğu, sağ şift bulunduğu, KBB notunda her iki dış kulak yolunun doğal olduğu, sağ kulak zarı intakt, sol kulak zarı ön ve arka kenarlarında skolorotik plak bulunduğu, hematimpanium (?), olduğu, temporal CT’de sol temporal memran ön yüzüne uzanan kırık bulunduğu, temporo mandibular eklemi içeren kırık hattı nedeni ile çene hareketlerinin kısıtlı olduğu, psikiyatri konsültasyonunda kooperasyon kısıtlı yer ve zaman oryantasyonunun bozuk olduğu, nörodol damla verildiği, 10.06.2009 tarihinde taburcu edildiğinin,” bildirildiği,

Adli Tıp Kurumu Sincan Şube Müdürlüğünce katılan ... hakkında düzenlenen 10.05.2011 tarihli raporda;

“İstenen konsültasyonlarda;

1- 23.03.2011 tarihli beyin cerrahi konsultasyonunda, kranial MRI normal sınırlarda tespit edildiği, EEG’nin normal sınırlarda olduğu, odyometrik incelemede bilateral hafif derecede iletim tipi işitme azlığı bulunduğu, mevcut bulgularla cerrahi patoloji rastlanmadığı,

2- 01.03.2011 tarihli KBB konsultasyonunda, sağ kulak zarının intakt olduğu, santralda pseudo membran bulunduğu, sol kulak zarının ileri derecede retrakte olduğu, sol kulak zarı ön üst ve arka kadranda sklerotik plaklar bulunduğu, perforasyon olmadığı, yapılan odyolojik incelemede bileteral hafif derecede iletim tipi işitme kaybı bulunduğu,

3- 25.02.2011 tarihli nöroloji konsültasyonunda, hastada primer nörolojik bozukluk düşünülmediği, psikolojik uyum bozukluk tanısı üzerinde durulduğu,

4- 25.02.2011 tarihli psikiyatri notunda hastanın psikolojik testler sonrası yapılan değerlendirilmesinde hâli hazırda psikiyatrik patoloji saptanmadığı,

Şahsın hafıza kaybı ile ilgili olarak herhangi bir patoloji bildirilmediğine, hâlen yüz sınırları içerisinde herhangi bir nedbe dokusu bulunmadığına göre;

Yaralanmasının; kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kemik kırığına neden olduğu, parietal kemik çökme kırığının yaşam fonksiyonlarını (4) ağır derecede etkilediği, organ işlevinin yitirilmesi veya sürekli zayıflaması niteliğinde olmadığı, yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı,” açıklamalarına yer verildiği,

Sanık hakkında düzenlenen 08.06.2009 tarihli raporda; sağ uyluk ortasında düz seyirli 5 cm uzunluğunda, 4 cm derinliğinde fasyayı geçen delici kesici alet yaralanmasının şahsın yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun ifade edildiği,

Anlaşılmaktadır.

Katılan ... 06.08.2009 tarihinde Kollukta; ... Elektrik Gaz Otobüs Genel Müdürlüğünde otobüs şoförü olarak çalıştığında, ağabeyi ...’nın üye olduğu kooperatifte birtakım imalat hataları ve yolsuzluklar yapılması karşısında kooperatif başkanı ... ile ...’in kardeşi ve kooperatif başkan yardımcısı olan ...’a çeşitli eleştiriler yönelttiğini, bu nedenle bu kişilerin kendilerine husumet beslemeye başladıklarını, olaydan önce ağabeyi ...’nın ... ve ...’in yeğeni sanık ...’ın yakınları tarafından darbedildiğini, konunun adliyeye intikal ettiğini, olay günü ağabeyi ...’in, diğer kardeşleri ..., ..., ... ile babası ...’i alarak iş yerine götüreceğini, araçlarını takibe alan birkaç aracın ...’in aracının önünü kesmesi ile kavga çıktığını, bunu görünce kendisinin de 200 metre ilerideki olay yerine koşarak gittiğini, araçtan inenlerin kardeşlerini darbettiklerini, beyaz tenli, 1,68 metre boylarında, 35 yaşlarında bir kişi ile uzun boylu, siyah saçlı şahsın kendisine saldırdıklarını, sol tarafına dönüp baktığında sanık ...’ın elindeki beyzbol sopası ile başının sol tarafına vurduğunu hatırladığını, bir anda gözlerinin kıpkırmızı olduğunu ve yere düştüğünü, sonrasını hatırlamadığını, 7 gün hastanede yattıktan sonra taburcu olduğunu, kendisine 58 gün rapor verildiğini, geçici hafıza ve şuur kaybının olabileceğinin kendisine söylendiğini, rahatsızlığının hâlen devam etmekte olduğunu, şikâyetçi olduğunu, uzlaşmak istemediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında; olaydan bir gün önce, ..., sanık ... ve adamlarının, abisi ...’yı darbettiklerini, bu nedenle aralarında husumet oluştuğunu, abisi ...’nın olay günü saat 18.00 sıralarında avukatını alıp Etimesgut Polis Karakoluna; kardeşleri ..., ... ve ... ile babası ...’yı ise inşaata bırakacak olduğunu, kendisininse evde kaldığını, evin önünde iki arabanın ... ve yanındakilerin peşinden gittiğini görünce kendisinin de bunların ardından gittiğini, üç arabanın babası ve kardeşlerinin önünü kestiğini, ... ve ...’in arabanın içinde oturduklarını, ...’in kendisini işaret ederek “Bunu öldürün, gebertin şerefsizi” dediğini, orada bulunan 35 yaşlarında, uzun boylu, siyah saçlı iki erkeğin kendisine saldırdıklarını, kendisine yumruk attıklarını, olay yerinde bulunan sanık ...’ın beyzbol sopası ile kafasına vurduğunu, yere düşüp bayıldığını,

Ağır Ceza Mahkemesinde; Kolluktaki ifadesini tekrar ettiğini, savcılıkta ifadesinin yanlış yazıldığını, kendisine vuran şahsın sanık ... olduğunu, bu şahsın elindeki beyzbol sopası ile sol taraftan başına vurduğunu, sanıktan şikâyetçi olduğunu,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta; katılan ...’nın babası olduğunu, hâlen hayati tehlike kaydıyla hastanede tedavi görmekte olan oğlu ...’ya vuran şahıslardan birinin de sanık ... olduğunu, sanığın iki yeğeniyle birlikte katılana vurduğunu, katılan yerde kan içinde yatarken üzerine kapandığını,

Cumhuriyet Başsavcılığında; olay günü ...’ın oğlu sanık ... ve isimlerini bilemediği iki yeğeninin beyzbol sopası ile vurduklarını, sol göz kapağının üst tarafında yaralanma meydana geldiğini, kendisini darbeden sanık ... ve fotoğrafları gösterildiğinde teşhis ettiği ancak kimliklerini bilmediği iki kişiden şikâyetçi olduğunu, olay sırasında kimseye vurmadığını,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta; katılanın kardeşi olduğunu, mimar olarak çalıştığını, olay günü 20-25 kadar kişinin araçlarının etrafını sararak kendilerine saldırdıklarını, kardeşi katılan ...’nın başına arkadan beyzbol sopası ile vurulduğunu, bayılarak yere düşen katılana sanık ... ve iki kişinin katılan yerde iken dahi vurmaya devam ettiklerini, katılan daha fazla yaralanmasın diye üzerine kapandıklarını, kendilerine de sopalarla vurulduğunu,

Cumhuriyet Başsavcılığında; kavga sırasında araçlardan inen yaklaşık 25 kişinin yumruk, tekme ve ellerindeki beyzbol sopaları ile kendilerine saldırdıklarını, sanık ...’ın katılan ...’ya beyzbol sopası ile vurduğunu,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta; katılanın kardeşi olduğunu, Menderes Caddesi ile 9. Cadde’nin kesiştiği kavşakta bulundukları sırada araçlarını arkadan takip eden ve önden sıkıştıran arabalardan inen 30-40 kişinin kendilerine saldırdıklarını, saldırganlardan sanık ...’ı tanıdığını, araçta bulunan ...’ın bu kişilere talimat verdiğini, olay yerindeki araçlardan birinin içinde ...’ı gördüğünü, şahısların sopa ve bıçaklarla kendilerine saldırdıklarını, katılan ...’ya vuranların içinde sanık ...’ın da bulunduğunu,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında benzer şekilde; katılanın kardeşi olduğunu, olay günü katılanın evinde bulunduklarını, evin içinde iken ... ve yanında bulunan 20-25 kişilik bir grubun araçlarla evin etrafında tur attıklarını, korktukları için evden çıkamadıklarını, bu kişilerin gitmesini fırsat bilerek iki araç hâlinde katılanın evinden ayrıldıklarını, ancak kavşağa geldiklerinde araçlarının önünün kesildiğini, ... ile oğlu sanık ... ve kardeşlerini tanıdığını, ayrıca bellerinde silah bulunan 5-6 kişinin polis olduklarını söyleyerek kendilerini araçtan indirdiklerini, sopa ve sallamalarla kendilerine vurmaya başladıklarını, bir süre sonra resmî kıyafetli polislerin olay yerine geldiklerini, kavganın ayrıldığını, ... isimli şahsın sopa ile sağ koluna vurarak kendisini yaraladığını,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta; katılan ...’nın kardeşi olduğunu, olay sırasında kendilerine saldıran kişiler arasında bulunan ...’ın oğlu sanık ...’ı tanıdığını, yine bu kişilerin arasında ...’in ismini bilmediği üç yeğeninin de bulunduğunu ayrıca 15 sivil giyimli polis memurunun da kendilerine saldırdığını, resmi giyimli polis ekiplerinin kavgayı ayırdıklarını,

Cumhuriyet Başsavcılığında; kardeşini evine bırakmak için iki araba ile abisi ..., babası ... ve diğer abisi ... ile birlikte 9. Caddeye geldiklerinde trafik ışıklarının olduğu yerde tanımadığı kişilerin araba ile önlerini kestiklerini, ... ve kardeşi ...’ın da olay yerinde arabanın içinde olduklarını, sanık ...’ın da kavganın içinde olduğunu,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında benzer şekilde; sanık ...’ın dayısının oğlu olduğunu, sanık ...’in, babasının yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğu kooperatifte dairesinin bulunduğunu, olaydan bir gün önce 03.06.2009 tarihinde bu nedenle kooperatife gittiklerini, çıkışta bir gürültü duyduklarını, ... ile ... arasındaki kavgayı ayırdıklarını, ...’in kendisine de demirle vurarak bacağından yaraladığını, olay günü ifade vermek için sanık ... ile birlikte Adliyeye gittiklerini, ...’ın da yanlarına geldiğini, işleri bitince Adliyeden ayrıldıklarını, hesapça iş yerine gidip çay içecek olduklarını, ancak yolda araçla önlerinin kesildiğini, araçtan inen 10-12 kişinin ellerindeki sopa, demir çubuk ve bıçakla kendilerine saldırdıklarını, bıçakla saldıranlar arasında ... ve ...’in de olduğunu, kendi ellerinde bir şey olmadığını, kendilerini korumak için karşı taraftaki kişilerin ellerindeki sopaları alıp bu kişilere vurduklarını, ancak kime vurduğunu hatırlamadığını, arkalarından araçla gelen ... ve ...’ın da bu kişiler tarafından darbedildiğini, kavga sırasında kimin kime vurduğunu göremediğini,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında benzer şekilde; eniştesi ...’ın olaydan bir gün önce darbedilmesi olayı ile ilgili hastaneye gittiğini, orada kendisine sanık ... ile ve ...’ın Adliyede olduğunun söylendiğini, bu kişilere de geçmiş olsun demek için yanlarına gittiğini, ardından ...'ın iş yerine çay içmeye gitmeye karar verdiklerini, sanık ... ile ...’in aynı arabaya bindiklerini kendisinin ise ...'ün kullandığı araca bindiğini, Havuzlar mevkisine geldiklerinde iki aracın sanık ...’in aracının önünü kestiğini, sanığın buradan uzaklaştığını, trafik ışıklarının oraya geldiklerinde tekrar önlerinin kesildiğini, araçtan indiklerini, önlerini kesen şahısların ellerinde demir ve ağaç sopalarla araçlarından indiklerini, ardından daha kalabalık bir grubun daha geldiğini, hep birden kendilerine saldırdıklarını, ...’nın demirle kendisine vurduğunu, kavga sırasında ...’nın babası ...’nın kendisini işaret ederek vurmalarını söylediğini, olay yerinde ..., katılan ..., ...’nın da bulunduğunu, olay yerinde bu kişilerin dışında başkalarının da olduğunu, birisinin elindeki sopayı alıp kendisini korumak için sopayla saldırganlara vurduğunu,

İnceleme dışı katılan sanık ... Kollukta; ..., sanık ... ve ... ile birlikte iki ayrı araçla peş peşe seyir hâlindeyken araçlarının önünün kesildiğini, araçlarından inen kişilerin sanığı, ...’i ve ...’ı darbettiklerini, kendisini ise kavgayı ayırmaya çalıştığını, bu sırada bıçakla yaralandığını,

Cumhuriyet Başsavcılığında; Havuzlar mevkisine geldiklerinde iki üç aracın kendilerini sıkıştırdığını, trafik ışıklarına doğru kaçtıklarını, ancak tekrar önleri kesilince araçtan inmek zorunda kaldıklarını, önlerini kesen 8-10 şahsın ellerinde demir çubuk ve bıçak olduğunu, şahısların kendilerine saldırdıklarını, ..., katılan ..., ... ve ...’nin de olay yerinde olduklarını,

Tanık ... Kollukta ve Mahkemede benzer şekilde; ... Halı ve otomobil yıkama isimli iş yerinde işçi olduğunu, olay günü patronu ile birlikte araçla giderken ışıklı kavşağa geldiklerinde, büyük bir kalabalığın kavga ettiğini gördüklerini, patronunun kavgayı ayırmak için araçtan indiğini, kendisinin ise aracı güvenli bir yere götürdüğünü, kavga sırasında sopaların havada uçuştuğunu, olay yerinden ayrıldıklarını,

Tanık ... Asliye Ceza Mahkemesinde; katılanın babası ...’nın yeğeni olduğunu, olay günü tanıklık yapmak için geldiği Adliyeden çıkıp aracıyla evine doğru gittiğini, Adliye dışında içi insan dolu 5-6 tane araç olduğunu, bu araçlardan iki tanesinin evine kadar kendisini takip ettiğini, eve gelince yeni bir olay çıkabileceği kaygısıyla tekrar dışarı çıktığını, olay yerine vardığında taraflar arasındaki kavganın sonlanmaya yakın olduğunu, kavgayı ayırmaya çalıştığını, kavga esnasında ...’ın elindeki sallamayla ...’ya saldırdığını, bu sırada ...'ın araya girmesiyle sallamanın ...’ın başına geldiğini, Mahkeme huzurunda bulunan sanık ...’ın elindeki beyzbol sopası benzeri büyük bir sopayla katılan ...'ya arkadan, ensesine gelecek şekilde vurduğunu, bu esnada olay yerine gelen polis memurunun tabancayla havaya ateş etmesi üzerine kavga edenlerin dağıldığını,

Ağır Ceza Mahkemesinde; kavga esnasında ...’ın elindeki beyaz saplı sallamayla ...'ya saldırdığını, ...’nın araya girmesi neticesinde ...'ın alnından yaralandığını, ortamın çok karışık olduğunu, sanık ...’ın ise elindeki beyzbol sopasıyla katılan ...'nın ensesine, arkadan vurduğunu, ardından polislerin geldiğini ve havaya ateş ederek kavgayı ayırdığını,

İfade etmişlerdir.

Sanık ... Kollukta; Türk Standartları Enstitüsünde memur olduğunu, olay gününden bir gün evvel kooperatif yönetiminden kaynaklanan sorun nedeniyle kavga yaşandığını, olayla ilgili raporlarını alarak karakola gittiklerini, daha sonra adliyedeki işlerini bitirdiklerini, ..., halasının oğlu ..., ... ve ... ile birlikte şantiyeye gittikleri sırada, araçlarının önünün kesildiğini, katılanın kardeşi ...’nın “Kesin bunları, öldürün, deşin” diye bağırdığını, 6-7 kişi ile daha sonra bunlara katılan birkaç kişinin hep birlikte sallama, sopa ve bıçaklarla kendilerine vurmaya başladıklarını,

Cumhuriyet Başsavcılığında; 03.06.2009 tarihinde kooperatife gittiğinde, bir gürültü duyduğunu, ..., ... ve ...’nın, amcası ...’le kavga ettiklerini, ..., ..., ... ve isimlerini bilmediği iki kardeşinin hep birlikte kendisine ve ...’a ellerindeki inşaat demirleri ile saldırdıklarını, işçilerin kendilerini ayırdıklarını, amcası ...’in ağır şekilde yaralandığını, 04.06.2009 tarihinde ... ile birlikte Sincan Adliyesine geldiklerini, Adliye içinde ..., ... ve ... ile karşılaştıklarını, yanlarında birkaç kişi daha olduğunu, ifade verip Adliyeden ayrılmadan önce dayısı ...’ın da yanlarına geldiğini, ...’in kendilerini Etimesgut yolu üzerinde bulunan şantiyesine götürdüğü sırada Sincan’da "Havuzlu Park" denilen yerde, karşı taraftaki kişiler ile rastlaştıklarını, karşı tarafta ..., ..., ... ve katılan ...’nın da olduğunu, ...’nin elindeki bıçakla sağ baldırına vurduğunu, kavga sırasında kimseye vurmadığını, katılan ...’yı da darbetmediğini, katılanı kimin yaraladığını kargaşa sırasında göremediğini, ...'in elindeki beyzbol sopası ile kendisine vurduğunu, olay yerine gelen polis memurlarından birinin kavganın ayrılması için havaya ateş ettiğini,

Mahkemede; önceki ifadelerini tekrar ettiğini, katılan ...’nın kendisini “Memuriyetten yoksun bırakacaklarından” bahisle tehdit ettiğini, bir ifadesinde ismini anmazken sonraki ifadelerinde kendi ismini zikrettiklerini, olayda, önce kendisinin bıçaklanarak yaralandığını,

Savunmuştur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Suça teşebbüs" başlıklı 35. maddesinde;

“Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır.

Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kast olunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir.

Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna "subjektif unsur" denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. (İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, ..., 2000, s.315.)

Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 765 sayılı TCK'nın yürürlükte olduğu dönemde verilmiş olup kabul edilen ilkeler açısından 5237 sayılı TCK'nın teşebbüse ilişkin 35. maddesi yönüyle de varlığını devam ettiren 04.06.1990 tarihli ve 101-156 sayılı kararında da; “Teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır.

Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun çözülmesi gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kasıt, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.

İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 21.05.1984 tarih 1-388-178 sayılı kararında; failin eylemdeki kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya yönelik olduğunun belirlenmesi bakımından benzer kriterlerden hareket edilerek; "Öldürme kasti ile yaralama kastının takdir ve tayininde ileri sürülen görüşler, iki grupta oluşmaktadır:

1-Karine usulü, bu usulde her yaralamada öldürme kastının varlığı kabul olunmakta, ancak bunun tersinin ispatına olanak tanınmaktadır. Bu usulde "şüphe sanık lehinedir" kuralı, adam öldürme suçları yönünden tersine çevrilmektedir. (Faruk Eren. Adam Öldürme Kastı Yargıtay Dergisi Cilt 8 sayı:1 - 12/ Ocak, Nisan 1982 sayfa 50)

2-İspat usulü, öldürme ve yaralama kastı açısından delil sisteminde farklı bir uygulamaya gitmenin, doğru bir düşünüş olmadığı kastın kanıtlanabileceği ileri sürülmektedir. Cararraya göre: " Öldürme kastının, sanığın karakterinden, ruhsal durumunun (dostluk-düşmanlık...) gösteren önceki davranışlarından, suçun nedeninden, kullanılan silahın niteliğinden, darbelerin sayısından, iradi olmak koşulu ile darbelerin yönünden anlaşılabileceği" ifade edilmiştir. (Carrara Programma 1881 sayfa 1087)

Türk Ceza Yasası, ispat sistemini benimsemiş yasalar grubuna dahildir. Yargıtayın muhtelif kararlarında, kullanılan vasıtanın cinsi, isabet alınan nahiye, darbe adedi ve şiddeti suçlunun suçtan önceki ve sonraki davranışları gibi davranışlara göre öldürme kastı ret veya kabul olunmaktadır.

Teşebbüsün cezalandırılabilmesi için failin kullandığı araçların elverişli olması gerekir. Yasanın 61. Maddesindeki "vesaiti mahsusa" dan bu anlaşılır. İstenilen sonuç, bunu meydana getirmeye kesin olarak elverişli olmayan araçlarla gerçekleştirilmek istenmişse, ortada ceza hukukunu ilgilendiren bir durum bulunmayacaktır.

Aracın elverişli sayılabilmesi için, objektif bir tarzda belirli bir sonucu meydana getirmeye elverişli olması yetmez. Ayrıca, fail tarafından o sonucu meydana getirmeye uygun bir biçimde kullanılması da gerekir.

Teşebbüse hayatiyetini veren şey güdülen hedeftir. Failin hedefidir ki, harekete reçhesini verir. Mesela: Adam öldürmeye elverişli olan bir vasıtanın kullanılmış olmasına rağmen hareketlerin, iltibası mahal vermeyecek şekilde adam öldürme hedefine yönelmiş oldukları tespit edilemezse, fail adam öldürmeye teşebbüsten sorumlu tutulamayacaktır. Vasıtanın elverişliliği, ancak belli bir hedefe olan ilişkisine göre değerlendirilmekle mümkün olabilir. Hareketin, sonucu doğurmaya elverişli uygun olmadığı tecrübelerin verdiği bilgilere göre tayin edilmelidir. Yani ortak tecrübelerimize göre tehlike veya zararın, failin yaptığı hareketten doğması normal tipik sayılabiliyorsa hareketin neticeyi doğurmaya uygun olduğu söylenebilecektir. Vasıtanın gayeye elverişli olması başka, hareketin zarar gören tehlikeyi meydana getirmeye uygun olması başkadır.

Bir diğer koşul icra hareketlerinin bitmesine veya neticenin gerçekleşmesine failin elinde olmayan engel sebeplerin amil olması şarttır. Eski TCK'nın 62. Maddesinde "İhtiyadında olmayan bir sebepten dolayı" değimleriyle bu şart belirtilmiştir... Demek ki, önde gelen husus; icra hareketlerinin yarıda kalmasının veya sonucun gerçekleşmesinin, failin iradesi dışında kalan sebeplerden ileri gelmesi gerekmektedir. Şayet yarıda kalma veya gerçekleşmeme failin iradesine ilişkin sebeplerden ileri gelmişse bu halde ihtiyariyle vazgeçme veya faal nedamet varlığından söz edilir. İcra hareketlerinin bitmesine veya sonucun meydana gelmesine engel olan ve faalin iradesinin dışında kalan bu sebep maddi veya manevi olabileceği gibi, üçüncü bir kişinin fiilinden yahut maddi enerjinin bitmesinden de ileri gelebilir..."

Benzer şekilde; "Toplu saldırıdan kendisini korumak amacıyla biletmek üzere yanına aldığı ekmek bıçağını çekerek belli bir hedef gözetmeksizin sallaması sonucu sırtından yaraladığı mağdura karşı saldırısında, sonucu almasına engel bir durum yok iken, buna devam etmeyip bir defa vurma ile yetinmesi, yaralanan mağdurun düşmemesi nazara alındığında, sadece isabet kaydedilen nahiyeye göre kastı belirlemenin yeterli olmayacağı, aksi halde TCK'nun 456/2 maddesinin uygulanmasının hiç bir zaman mümkün kılmayacağı cihetle eylemin yaralama olarak vasıflandırılmayıp öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesi usul ve yasaya aykırıdır." (Ceza Genel Kurulu 09.04.1984 1/184-125)

"Şu halde sanığın ilk darbeden sonra adı geçen tanığın müdahalesine kadar geçen sürede ikinci, üçüncü ... darbelerini vurmasına hiç bir engel bulunmamaktadır. Bu da ilk darbeden sonra sanığın ikinci darbeyi vurmadığını, beklediğini ve bu bekleme anında tanığın sanığa müdahale ettiğini belirlemektedir." (Ceza Genel Kurulu 07.5.1979 1/108-200)

Hedef alınan bölge kastın belirlenmesi açısından önemli ise de tek başına kastın belirlenmesi açısından yeterli değildir.

"Oluşa göre sanığın, mağdure 9 - 10 metre uzaklıkta 1,150 kg ağırlığındaki bir taşı atmış ve onun başından çökme kırığı meydana getirir, hayati tehlike doğurur ve 25 gün iş ve güçten alıkor derecede yaralamıştır. Bu oluşa göre sanığın mağdurun başını hedef alarak taş attığı kesin biçimde kanıtlanmamaktadır. Sanık tek bir taş atmış başka bir atışta bulunmamış, mağdura vurucu mesafeye kadar yaklaşmamıştır. Sanık öldürme kastı ile hareket etmek isteseydi, ona daha çok yaklaşarak başı hedef alarak taşı fırlatır veya taşla başa direk vururdu. Genel kurulun 22.06.1970 gün ve 257 sayılı kararları ile, bu konudaki diğer kararları da aynı görüşü yansıtmaktadır. Bu itibarla eylemin yaralama suçunu oluşturduğuna ilişkin bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi yasaya aykırıdır." (Ceza Genel Kurulu 16.06.1980 tarih 1/177-236)

Ceza dairelerinin de Genel Kurul ile aynı doğrultuda karar verdikleri görülmektedir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi 25.10.1983 tarih ve 4327/5231 sayılı kararında "Sanığın okey tahtalarından birini alıp mağdurun başına vurarak adli tıp kurumu raporunda belirtildiği üzere onu kemik defektine bağlı uzuv tatilini intaç edecek derecede yaraladığı eylemin 765 sayılı TCK'nın 456/3 maddesine uyan fiil niteliğinde bulunduğu, sanığın neticeyi elde etmek maksadıyla saldırılara devam etmediği ve yaralama sonucu hayati tehlikenin meydana gelmesinin başlı başına öldürme kastını da göstermeyeceği gözetilmeden öldürmeye tam teşebbüsten cezalandırılmasına karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir."

"Müdahilin kafasında çökme kırığı oluşturabilecek irice bir taşla netice bakımından ağırlaştırılmış yaralama suçunun işlenmiş olması karşısında... bu haliyle eylemin 5237 sayılı TCK'nın 86/1, 86/3 ve 87/2-son maddelerine uyduğu" (3. Ceza Dairesinin 27.02.2008 tarih ve 2006/11509 esas 2008/1018 karar )

"Sanığın mağduru sol kost parietal deprasyon fıraktürü yaralaması ile sol parietal de 3x4,5 cm'lik kranaektomi defekti oluşturacak şekilde saldırı ve savunmaya elverişli silah olan sopayla yaralama suçunu işlediği anlaşıldığından ..." (3. Ceza Dairesinin 09.03.2008 tarih ve 2006/14243-2008/2488 sayılı kararı)

765 sayılı TCK'da yer alan teşebbüs hükümlerinin uygulandığı döneme ilişkin içtihatlarda öldürmeye teşebbüs suçu yönünden kastın belirlenmesine yönelik kriterlerin 5237 sayılı TCK yürürlüğe girdikten sonra da Yargıtay tarafından benimsendiği anlaşılmaktadır.

5237 sayılı TCK'ya esas alınan suç teorisinde kastın yanında olası kasta yer verilmesi nedeniyle bu fiillerin olası kastla da işlenebileceği anlaşılmaktadır. Zira doktirinde de "örneğin, yaralamak düşüncesiyle hasmının başına odunla vuran kişi, bu eylemi neticesinde mağdurun ölebileceğini öngörmüş, ancak bu neticeyi umursamamış, kabullenmiş ise artık netice sebebiyle ağırlaştırılmış yaralamadan (madde 87/4) değil, kasten öldürmeye ilişkin TCK'nın 81. maddesine göre cezalandırılır. Ancak olası kast indirimi yapılması gerekir." (Kasten Öldürme Suçları Prof. Dr. Ahmet Gökçen, Doç. Dr. Murat Balcı baskı yılı 2013 sayfa: 58)

Failin mağdura yönelik yaralama eyleminde darbenin şiddeti ve hedef alınan bölge itibariyle yaralama kastıyla hareket ettiği kabul edilse dahi ölüm neticesinin öngörülüp buna rağmen harekete devam edilerek darbenin vurulması halinde meydana gelen neticenin kabullenilmesi söz konusu olduğundan, ölümün meydana gelmesi halinde olası kast sonucu öldürme fiilinden, eylem yaralama ile sonuçlanması halinde ise olası kasta öldürme suçuna teşebbüs mümkün olmadığından meydana gelen sonuca göre cezalandırma söz konusu olacaktır.

Tüm bu açıklamalar ışığında kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde;

Sanık ...’ın amcası ...’ın bir yapı kooperatifinde başkan olduğu, kooperatifin başkan yardımcılığını ise sanığın babası ...’ın yürüttüğü, kooperatife üye olan ve kooperatifin hesapları konusunda aralarında anlaşmazlık bulunan katılanın mensup olduğu ... ailesinden kişilerle, sanığın mensup olduğu ... ailesinden kişiler arasında olaydan bir gün önce kavga yaşandığı, kavga sonucu karşılıklı olarak birbirlerinden şikâyetçi olan tarafların olay günü Sincan ilçesi, Ulubatlı ... Mahallesi’ndeki kavşakta karşılaştıkları ve kavgaya tutuştukları, kavga sırasında katılan ...’nın başına aldığı küt cisim darbesi sonucu, “sol temporo paryetalde çökme kırığı, sol temporo paryetal lopta periferal ödem ve hitorojen iç yapıda hematom oluşturacak” şekilde yaralandığı, Adli Tıp Kurumu Sincan Şube Müdürlüğünce katılan ... hakkında düzenlenen 10.05.2011 tarihli raporda; “Hafıza kaybı ile ilgili olarak herhangi bir patoloji bildirilmediğine ... göre; şahsın yaralanmasının; kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kemik kırığına neden olduğu, parietal kemik çökme kırığının yaşam fonksiyonlarını (4) ağır derecede etkilediği, organ işlevinin yitirilmesi veya sürekli zayıflaması niteliğinde olmadığı, yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı,” açıklamalarına yer verildiği, çok sayıda kişinin katıldığı, sopaların ve kesici delici aletlerin kulllanıldığı kavganın olay yerine polisin gelmesi üzerine aralanabildiğinin belirtildiği, sanığın suçlamayı kabul etmediği, katılan ...’nın Kollukta, Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede başına vurarak kendisini yaralayan şahsın sanık ... olduğunu iddia ettiği, tanık olarak dinlenilen ...’ın Mahkemede; sanık ...’ın beyzbol sopası ile katılanın başına vurduğunu gördüğü yönünde beyanda bulunduğu, inceleme dışı katılan sanık ...’nın 22.12.2009’da Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde katılanın başına sanık ...’ın beyzbol sopası ile vurduğuna ilişkin anlatımda bulunduğu, katılanın babası inceleme dışı katılan sanık ...’nın 15.06.2009 tarihinde Kolluktaki ek ifadesinde oğlu katılan ...’nın başına vuran kişilerden birinin de sanık ... olduğu yönünde ifade verdiği, olay sırasında sanığın yanında bulunan inceleme dışı katılan sanık ...’ın 23.12.2019 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında katılan tarafın kendilerine saldırması üzerine kendilerini korumak için bu kişilerin ellerindeki sopaları alarak onlara vurduklarına ilişkin ifade verdiği, sanığın sıhri hısmı olan ve olay sırasında sanığın yanında yer alan inceleme dışı katılan sanık ...’ın ise 23.12.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesi sırasında kendilerine saldırılması üzerine olay yerindeki birisinin elinden aldığı sopayı alarak kendisini korumak için katılan tarafta kavgaya karışanlara vurduğu yönündeki anlatımda bulunduğu anlaşılan dosyada;

1- Sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığı;

Katılan hakkında düzenlenen adli raporda konsültasyonlarda hafıza kaybı ile ilgili olarak herhangi bir patoloji bildirilmediğinin vurgulanmış olması, katılan ...’nın Kollukta, Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede başına vurarak kendisini yaralayan şahsın sanık ... olduğunu ısrarlı ve tutarlı şekilde ifade etmiş olması, tanık olarak dinlenilen ...’ın Mahkemede; sanık ...’ın beyzbol sopası ile katılanın başına vurduğunu gördüğü yönündeki beyanı, inceleme dışı katılan sanık ...’nın 22.12.2009’da Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde katılanın başına sanık ...’ın beyzbol sopası ile vurduğuna ilişkin anlatımı, katılanın babası inceleme dışı katılan sanık ...’nın 15.06.2009 tarihinde Kolluktaki ek ifadesinde oğlu katılan ...’nın başına vuran kişilerden birinin de sanık ... olduğu yönünde ifadesi; emniyet görevlilerince düzenlenen 04.06.2009 tarihli olay ve geçici muhafaza altına alma tutanağı ile birlikte değerlendirildiğinde; sanık hakkında eksik araştırmayla mahkûmiyet hükmü kurulmadığı, itiraznamede eksiklik bulunduğu ileri sürülen hususların suçun sübutuna etki etmeyecekleri kabul edilmelidir.

Bu itibarla bu uyuşmazlık konusu yönünden haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

2- Sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğu,

Katılanın ailesi ile sanığın ailesi arasında üye ve yönetici oldukları kooperatifin işlemlerinden kaynaklanan sorunlar bulunması, bir gün önce bu nedenle iki aile fertleri arasında kavga çıkmış olması, iki aile arasındaki bu sorun nedeniyle Sincan il merkezinde, gündüz vakti onlarca kişinin katıldığı hareketli kavga ortamında, sanığın ele geçilemeyen mağdurun beyanına göre beyzbol sopası ile katılanın baş bölgesini özellikle hedef aldığına ilişkin bir belirlemenin yapılamayışı, sanığın katılanın başında tek darbe vurduktan sonra ciddi bir engel yok iken saldırısına devam etmemesi, özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan sorunun öldürmeyi gerektirecek bir husumet boyutuna da ulaşmaması karşısında sanığın olay öncesi, öldürmek için daha elverişli silah temin etme imkanı var iken aksi ispat edilemeyen savunmaya göre olay yerinde elde ettiği sopayla mağdura vurmuş olması, olay sırasındaki ve olay sonrasındaki davranışları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde eylemine bağlı olarak ortaya çıkan kastının katılanı yaralamaya yönelik olduğu; eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla bu uyuşmazlık konusu yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin düzeltilerek onama kararının, sanık ...'ın katılan ...'ya yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüs suçu yönünden kaldırılmasına, ... Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesi hükmünün sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkin uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurul Üyeleri ... ve ...; "Yapılan yargılama ve incelenen dosya içeriğine göre, suç tarihi öncesinde iki grup arasında kooperatif yönetimi ve hesaplarına ilişkin anlaşmazlık nedeniyle oluşan husumetin olay günü kavgaya dönüştüğü, çok sayıda kişinin karıştığı, bıçak ve sopaların da kullanıldığı bu kavga sırasında inceleme konusu sanık ...’ın elindeki elde edilemeyen beyzbol sopasıyla arka taraftan yaklaşarak karşı grupta yer alan katılan ...’nın kafa bölgesine vurmak suretiyle katılanın kafatasında sol temporal parietal bölgede çökme kırığı oluşmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olduğu, kavganın olay yerine ulaşan polis ekiplerinin müdahalesi ve kavgaya katılanları dağıtmak amacıyla havaya uyarı ateşi açmalarıyla sona erdiği anlaşılan olayda;

Farklı gruplar içinde yer alan ve kooperatife ilişkin ciddi bir husumet içinde bulundukları anlaşılan sanık ve katılanın konumları, suçta kullanılan beyzbol sopasının niteliği, etkin-hedef odaklı kullanıma elverişli ağır bir araç oluşu ve olayda sanık tarafından kullanım tarzı, hedef alınan vücut bölgesinin insan bedeninin en hayati yeri olan baş bölgesinin arka tarafı olması, katılanın kafatasında oluşan çökme kırığı ve geçirdiği yaşamsal tehlike nedeniyle meydana gelen tehlike/zararın ağırlığı ile olayın sanığın kendi iradesi ile eylemine son vermesi biçiminde değil, polis ekiplerinin aktif müdahalesiyle son bulması hususları gözetildiğinde, gerek Yüksek Ceza Genel Kurulunun gerekse Yüksek 1. Ceza Dairesinin uzun yıllardır sürdürdüğü uygulamaları çerçevesinde sanığın kasten öldürmeye teşebbüs suçundan TCK’nın 81/1 ve 35. maddeleri gereğince cezalandırılması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun eylemi kasten yaralama olarak nitelendiren düşüncesine iştirak edemiyoruz." görüşleriyle

Aynı uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurul Üyesi de; sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;

A) Sanık hakkında eksik araştırmayla mahkûmiyet hükmü kurulup kurulmadığına yönelik uyuşmazlık yönünden REDDİNE,

B) Sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğuna ilişkin uyuşmazlık yönünden KABULÜNE,

2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 18.12.2017 tarihli ve 1244-5158 sayılı düzeltilerek onama kararının, sanık ...'ın katılan ...'ya yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten kurulan hüküm yönünden KALDIRILMASINA,

3- ... Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.04.2014 tarihli ve 131-122 sayılı, sanık ...'ın katılan ...'ya yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükmünün,

A) Sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi,

B) Hükümden sonra 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı kararı ile, TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi karşısında, sanık hakkında belirtilen maddenin uygulanması bakımından, yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,

Nedenlerinden BOZULMASINA,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.07.2021 tarihinde yapılan müzakerede (1) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle, (2) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 14.09.2021 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.